0 0
Read Time:4 Minute, 26 Second

Bağımsızlık ve egemenlik sosyalizmle mümkündür!
TBMM'nin 23 Nisan 1920'de açılışı, bir süre sonra, ulusal egemenlik ve çocuk bayramı ilan edildi. Özellikle ilköğretim okullarında kutlamalar yasal zorunluluk olarak uygulanageldi. Öyle ki, bu kutlama zorunluluğu, meclisin silah zoruyla dağıtıldığı askeri darbe dönemlerinde de sürdürüldü.

Kimseler de çıkıp, kapatılmış bir meclisin açılışını niye kutlayacakmışım, kutlamıyorum demedi, diyemedi.

23 Nisan şiirlerinde, metinlerinde, 87 yıl sonra hala, ulusal egemenlik nutuklarının çekiliyor olması, biraz bu kutlama mecburiyetiyle, daha ziyade de, kullanılan malzemenin o ilk yılların heyecanıyla yazılmış aynı şiirlerden, yazılardan ibaret olmasıyla ilgili. İşgale karşı savaş, Cumhuriyetin ilanı, yüzü batıya dönük ‘inkılap'lar… ve benzerinin, dönemin aydınlarını heyecanlandırması normal, nitekim yazılarında, şiirlerindeki bu heyecan bugünü kurtarmaya bile yetiyor.

Şiirler bayramları kurtarmaya yetiyor yetmesine de, ulusal egemenlik nutuklarıyla günü kurtarmak mümkün mü? 87 yıl önce sağlanmış o egemenlikten geriye, acaba zırnık kaldı mı?

Türk ulusu adına egemenlik ilan eden, genel çerçevesiyle olduğu kadar, Türkiye özelinde de, elbette burjuvaziydi. Hatta 87 yıl öncesinin koşullarında, burjuvazinin de adına hareket edildiği söylenebilir. Bu açıdan, o günden bugüne egemenlik konusunda bir değişiklik yaşanmadığı da, belirli açılardan doğruluk payı taşımakta. Ne var ki, birinci emperyalist savaş koşullarında şekillenen ve akabinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim kadrosu, ve yönetici organ ilan edilen meclisi, yönünü döndüğü ‘muasır medeniyetler'in, adım adım dünyaya hakim olma emperyalist stratejileri karşısında, ne iktisadi, ne siyasal ve ne de ahlaki açıdan ayakta durma güç ve cesaretine sahip değildir. Sahip olmadığı oranda da, ipleri (ulusun egemenliğini) pek çabuk ve pek kolay biçimde emperyalizmin eline tutuşturmakta (ülkeyi, ulusu emperyalizme peşkeş çekmekte) hiçbir siyasal ve ahlaki sorun görmemiştir.

Adım adım teslim edilen iplerin, gelinen noktada, tümüyle ABD emperyalizminin ellerinde olduğu, sözde ulusal egemenliğin tecelli ettiği meclis, onun oluşturduğu hükümet, hatta başta Genelkurmay olmak üzere, en tepelerde oturan tüm yönetim kadrosuyla Türk devlet erkanı, bu iplerin ucunda kuklalardan ibaret durumdadır. Gelinen bu noktanın tarifini, en veciz biçimde özetleyen; ‘siyasetini Beyaz Saray'a, savunmasını Pentagon'a, ekonomisini İMF'ye' emanet etmek deyimi, komünistlerin bir derinlikli değerlendirmesi değil, yaşanan gerçeklerin acı ve bir o kadar ibret verici kaba tablosudur.

Ancak bu sonucu, ne bir kısım aklıevvelin iddia ettiği gibi, iradesiz-inisiyatifsiz-yeteneksiz-ahlaksız vb., vb. yöneticiler ortaya çıkardı ve ne de bağımsızlık yolundan gide gide emperyalizmin kucağına oturan tek devlet Türkiye Cumhuriyeti oldu. Emperyalist bir dünyada (üstelik sosyalist bir kurtuluş ve gelişme yolu da açılmışken) ‘muasır medeniyet'i hala "tek dişi kalmış" emperyalist kapitalizmde aramak ve bulmaya çalışmak, burjuva sınıf çıkarlarının ve özlemlerinin ihtimal dahilindeki tek olanaklı sonucu olarak, bu yolu tutan her yeni "bağımsız" devletin elde ettiği kaçınılmaz akibettir.

87 yıl önce ortaya atılan "egemenlik milletin" rivayeti, bilimsel açıdan ne ölçüde yalan-yanlış-sahtekarca ise, gelinen noktada emperyalizmin her yol ve araçla ve artık apaçık hale gelmiş egemenliği altında aynı masalı okumayı sürdürmek, o milleti oluşturan emekçi halklarla, işçi sınıfıyla alay etmektir.

Sınıflı toplumlarda, hiç bir yer ve koşulda, millete ait bir egemenlik yoktur, olamaz. Egemenliği şunun yada bunun adına ama sonuçta bir sınıf kullanır. Ve o sınıf, o egemenliği kendi yapısı ve karakterine, çıkarlarına, çıkar ilişkilerine uygun biçimde kullanacaktır. Türkiye burjuvazisi de, Türk milleti adına ilan ettiği egemenliğini, çıkarları öyle gerektirdiği için, emperyalist vesayet, askeri despotluk, koyu bir baskı rejimi şeklinde kullanıyor.

Egemenliğin bu biçimde kullanılmasından rahatsız olan, hoşlanmayan, onuruna dokunan; iktisadi, siyasi, askeri bağımsızlıktan yana olan herkesin bunu böyle bilmesi, bunun üzerinden bir karar vermesi gerekiyor.

Çıkarları emperyalizmle uyuşmayan, tersine zarar gören işçi sınıfının, Türk milleti adına ve sahtekarca değil, Türkiye'de yaşayan tüm halklar, tüm emekçiler adına ve açıkça diktatörlük ilan etmesi dışında -sert bir yumruk isteyenlere duyurulur- bağımsızlığın hayalden gerçeğe dönüşmesi imkanı bulunmadığı, ülkemiz ve halklarımız üstünde emperyalist egemenliğe son verilemeyeceği kabul edilmeli ve kurtuluşun bu tek yolu ve imkanı üzerinde durulmalıdır.

Yurdun tam bağımsızlığı ve emekçilerin toplumsal-siyasal yaşama geniş çaplı katılımında ifadesini bulacak gerçek halk egemenliği, Türkiye işçi sınıfının sosyalist iktidarıyla mümkün olacaktır!

 

(Kızıl Bayrak, Sayı:15, 20 Nisan 2007)

http://www.kizilbayrak.net/ sitesinden alınmıştır.

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter