Read Time:15 Minute, 54 Second
POLİTİK VE ÖRGÜTSEL ÇALIŞMALARIN SORUNLARI, OLANAKLARI VE POTANSİYELLERİ…
Bugün Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin en temel ve acil sorunu ve ihtiyacı, öncü bir çekirdek geliştirmek ve günlük mücadeleye müdahale edebilecek bir konuma ve güce getirmektir.
Bu sorunu ve ihtiyacı, hemen hemen her çevre dile getiriyor, çözüm yolları üzerinde tartışıyor, kimileri de tartışır gibi yapıyor.
Başkalarının ne yaptığından çok, kendini devrimci yurtsever, devrimci sosyalist olarak tanımlayan, bu iddiasında samimi olanların görev, sorumluluk ve sorunları üzerinde durmayı daha anlamlı ve çözüme götürecek bir çaba olarak görüyoruz. Öncelikle politik ve örgütsel çalışmaların önündeki sorunlar üzerinde durmak gerekir.
I.
Sorunlar
Öcalan sistemi ve tasfiyeciliğinin tahribatları sanılanın çok ötelerine uzanıyor. 15 Yıllık savaş ve bunun getirdiği ağır ekonomik, psikolojik ve fiziksel sonuçlar da diğer önemli bir başlık olarak değerlendirilmesi gereken bir noktadır. Çok yönlü ve çok kapsamlı tahribatlarla birlikte, Öcalan sisteminin toplumun en diri, en canlı ve dünden bu yana yaratılan değerleri üzerinde kurduğu iktidar gücü, denetim ve ipotek, bunun siyasal ve psikolojik etkileri devrimci çalışmalar önündeki en büyük handikaplardan birini oluşturmaktadır. Kısaca açmakta yarar var:
Daha önceki değerlendirmelerde sık sık vurguladığımız gibi, 30 yıllık mücadele çok önemli değerler, mevziler ortaya çıkardı. Milyonları harekete geçiren bir ulusal ve toplumsal hareketin kendisi, salt bu yönüyle bile insan gücü ve potansiyeli hakkında önemli bir fikir verir. Ancak tarihsel değerdeki bu gelişmelere rağmen açığa çıkarılan bu toplumsal güç ve potansiyel değerlendirilemedi, nitelik olarak da derinleştirilemedi. Bunun nedenleri var, bunları, başka çalışmalarda derinlemesine işlemeye çalıştık. Bu olanaklar değerlendirilemediği gibi en genel anlamda iki türden bir kırım yaşandı: Biri, savaş koşullarında modern bir gerilla savaşının gerektirdiği eğitim, stratejik yönetim, konumlandırma ve savaş tarzı geliştirilmediği için ve bu temel alanlarda yaşanan çok ciddi hatalar ve yetersizliklerden dolayı yaşanan ağır kayıplar… Kaybedilen savaşçılar ve politik kadrolar, Kürt halkının en dinamik, gelişmeye en açık, mücadelenin kaderi ve geleceği üzerinde tayin edici bir rol oynayabilecek kesimini oluşturuyordu. Bu ağır kayıpların sonuçları bugün ve yarın çok daha yakıcı hissediliyor, hissedilecek!
Kırımın ikinci boyutu çok daha derindir, sonuçları önümüzdeki on yılları etkileme gücüne ve derinliğine sahiptir. Öcalan sisteminin geliştirdiği, bugün İmralı’da pervasızca yürüttüğü kırım hareketinden söz ediyoruz. Bu kırımı esas olarak iki alt başlık altında toplamak mümkün:
Birincisi, şiddet yöntemiyle gerçekleştirilen kadrosal kırım. Bunun da kendi içinde sayısız biçimi içerdiğini hemen vurgulamalıyız.
İkincisi, daha korkunç ve etkileri daha kapsamlı, sürekli ve bitirici niteliktedir. Bu ikincisi, aynı zamanda Öcalan iktidar sisteminin dayanağını, gücünü ve etkisinin en temel ayağını anlatıyor… Bu kırımın özü ve kendisi, “kişilik çözümlemeleri” adı verilen kişilik boşaltma, bireyin kendisine ait hiçbir şey bırakmama, kendisine saygısını, özgüvenini, direnme ve karşı koyma, düşünme, sorgulama gücü, yeteneği ve diğer bütün öz donanımını tümden yok etme mekanizmaları toplamıdır!
Düşünün, kendisini tanrıların üstünde gören “Önderlikleri” İmralı’da devlete teslim oluyor, çözülüyor ve bunları sistematik bir tasfiye planının bir gereği olarak yapıyor. Kürt halkına ve mücadele değerlerine ait ne varsa onların hepsini Genelkurmayda belirlenen ve günlük olarak icra edilen bir strateji bağlamında tasfiye eden bu kişi, belgeli ve çok açık olan bu ihanetini tam bir pervasızlıkla sürdürdüğü gibi, kadrolara, halka, onun en temel değerlerine açık küfür etmekten geri durmuyor. Ama tarihimizin tanık olduğu bu en büyük ihanet hareketine rağmen iktidarını, saltanatını sürdürebiliyor. Kendileriyle bir topla oynandığı gibi oynanan, bugüne dek onurları sayısız kez peş paralık edilen “anlı sanlı” kadrolar ise, en sıradan insani direnişi gösteremiyorlarsa, bunun en temel nedeni, anılan kadroyu bitirme, özünü boşaltma ve kullaştırma mekanizması ve onun ortaya çıkardığı “insan tipolojisi”nden başka bir şey değildir! Bu mekanizma içinde kadrolar ne kadar öğütülmüşse kırımın sonuçları da o kadar vahim olmuştur.
Elbette başından beri PKK’nin içinde yer alan, esas yükü taşıyan, en temiz duygularla katılan ve bunun için her şeyini ortaya koymaktan çekinmeyen, ama süreç içinde Öcalan sistemi tarafından doğranan ve kendinden çıkarılan kadrolardan söz ediyoruz. Yoksa başka hesaplarla katılan ve her aşamada bu hesabı doğrultusunda davranan insanlar, bu mekanizmadan şu veya bu şekilde etkilense de, bunlar, anılan değerlendirmenizde bir yer tutmuyorlar.
Teorik olarak 30 yıllık bir mücadele, aynı zamanda her düzeyde, ideolojik, politik, kültürel ve daha birçok alanda gelişmiş kadro gücü ve potansiyeli anlamına geliyor. Ancak vurguladığımız kırım mekanizmalarından ve bitirici sonuçlarından dolayı kadro gücü ve potansiyeli bakımından ortada ne var? İster Öcalan sisteminin dışına çıkmış olsun veya o sisteminin dışında olsun, isterse henüz bu sitemin denetiminde olsun tüm kadro gücü ve potansiyeli bu sorunun kapsamı içindedir!
Öcalan sisteminin denetimindeki kadrolar ve çalışanlar derin bir çözülme, kırılma, çürüme sürecini yaşıyorlar. En büyük ve tahripkar sonuçları bakımından en yok edici ve sonuç alıcı tasfiyecilik budur!
Peki ya diğerleri? Onlar genelde yaşanan kırılma, umutsuzluk, seçeneksizlik sürecinde bunalımları yaşayan; genel gidişe ve “kör talihine” boyun eğenlerin durumu daha mı iyi? Onlarda gelecek açısında bir umut parıltısı var mı? Varsa ne kadar? Belli bir deneyimden geçmiş, birikimli, donanımlı, ama aynı zamanda tek başına kalma pahasına da olsa umutlu, üretken, dünyaya kafa tutma romantizminden hiçbir şey yitirmeyen, değerlerinden ödün vermeyen, kimliğinde ısrar eden kaç kişi var? Bunlar bir elin parmaklarını geçiyor mu? Geçmiyorsa neden? “Bolluk içinde yokları ve yoklukları oynayan”, ama idealleri için yaşamayı bir yaşam tarzı olarak seçenler mevcut “gerçekliğe” boyun mu eğecekler?
Yapılan tartışmalarda ortada bir seçeneğin olmamasından yakınılır ve çoğu zaman bu görüş, bir şey yapmamanın, yerinde oturmanın, başka bir değişle mevcut “yaşam tarzını ve duruşunu” meşrulaştırmanın mazereti yapılır. Sıradan insanlar için bu gerekçenin anlaşılır bir yönü vardır. Ancak en azından söz düzeyinde, topluma ve çevresine farklı bir portre sunanların, farklı bir imaja sahip olanların, başka bir değişle “Bağımsız ve özgür Kürdistan” iddiası ve ideali olanların “seçenek yok” gerekçesinin ardına gizlenmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Belli ki bunlar da derin bir ideolojik, politik ve ruhsal çözülmeyi yaşıyor, ama açıkça itiraf etme cesaretini gösteremiyorlar. Açıkça vurgulamalıyız ki, kendisini başkalarıyla açıklamanın, kendini kandırmanın, görece vicdan rahatlatıcı bir yönü olabilir, ama politik hiçbir değeri yoktur.
“Seçenek yaratmak” ha demekle ve bir çırpıda oluşturulmaz ki! Bu, öncelikle bir iddia ve karar işidir, bu karar verildikten sonra hummalı bir çalışma ve süreç işidir! Önce karar vermek ve sistemli bir çalışmaya başlamak gerekir, bunları yapmadan söylenecek her sözün anlamsız olacağı çok açıktır!
Ağır bir ulusal ve toplumsal deprem yaşandı, peş peşe gelen “artçı şoklar” enkaz durumunu daha da ağırlaştırıyor, kırılma ve çözülmeyi derinleştiriyor. Yara bere içinde enkazın altından çıkanlar ise uzaktan “ah vah “ etmekle yetiniyor. Daha da kötüsü, henüz ezici çoğunluğun bu deprem, enkaz ve ortaya çıkardığı vahim tabloyu açıkça tanımlamaması, durumun az çok farkında olsa da bunu bir değerlendirme ve duruşa dönüştürme gücünden, ruhsal ve politik duruşundan uzak oluşudur! Kısacası yaşanılan tablonun en özlü ifadesi ve özeti, bir yenilgi ve ağır çözülme sürecinden başka bir şey değildir. Sorun, bunun bilincinde olanların, öncülük gibi bir sorumluluğu olanların mevcut gerçekliği değerlendiren ve çözüm önerilerini bir tartışma ve harekete geçme platformu olarak ortaya koyan bir öncü çaba içinde olup olmalarıdır! İşte temel mesele bu!
Politik ve örgütsel çalışmaların önündeki sorunlar, salt dünden bu yana mücadelenin esas yükünü taşıyan kadroların içinde bulunduğu dramatik durum değildir; bu var ve en önemli sorunların başında gelir. Aynı şekilde Öcalan sisteminden şu veya bu düzeyde koptuğunu iddia edenlerin umutsuz, çaresiz duruşları da var olan sorunların diğer bir boyutudur. Dünya çapında rüzgarların sağdan esmesi, globalizmin ağır etkileri, ideolojik ve politik düzlemde yaşanan karmaşa ve yönsüzlük, savrulma da mevcut kadro potansiyelinin durumunu daha da vahim bir noktaya getiriyor. Bunların yanı sıra aşılması, kırılması gereken diğer bir handikap daha var:
Bu, Öcalan sistemi ve dayattığı tasfiyecilik, ulusal kurtuluş mücadelesinin değerleri, olanakları, birikimleri ile en canlı, diri, gelişmeye açık dinamikleri ve potansiyelleri üzerinde kurduğu iktidar gücü, etkisi ve psikolojik ve kültürel durumdur. Bundan dolayı tasfiyeciliğe konu olan geniş kitleler, kadrolar, toplumun ilgili kesimleri açıktan ve özgürce bir tartışma yürütemiyor. Kimi sorular, arayışlar, farklı eğilimler gelişip ete kemiğe bürünemiyor. PKK’yi, İmralı’yı, teslimiyet ve ihaneti PKK ve onun doğrudan veya dolaylı etkisinde bulunan toplum kesimlerinin dışında herkes tartışıyor, ama tartışmayanlar, soru sormayanlar anılan bu kesimdir. Aslında kendi içinde tartışıyorlar, resmi olmayan platformlarda bazı uç şeyler de dile getiriyorlar. Ama bunlar, “resmi görüşlerin” yerini almıyor, resmi ilişkilerde ve gerçek günlük yaşam ve ilişkilerde Öcalan sisteminin iktidar gücü politik ve psikolojik düzeyde hükmünü sürdürüyor… Bu iktidar korkusunun kırılması, parçalanması gerekiyor. Korkanlar, çekinenler, özgür olmayanlar, salt Öcalan sisteminin doğrudan etkisi altında olanlar değil. Vereceğimiz bir örnekte görüldüğü gibi, “yarım muhalifler” de yeri geldiğinde bu iktidar gücünü hesaba katmakta ve davranışlarını ona göre ayarlamaktadırlar. “Bildirge adlı kitabınızı basamayız, Kongra-Gel bizim bastığımızı duyarsa ticari ilişkilerimizi ve çalışmalarımızı baltalar!” Bu yaklaşım ve davranış, Öcalan sisteminin iktidar gücünü, etkisini ve egemen kıldığı psikolojik ortamı yeterince açıklamıyor mu?
Bu, ne yazık, görece de olsa, üzerinde hareket ettiğimiz siyasal-psikolojik gerçekliği anlatıyor!
Bunların yanı sıra iyi niyetli, dürüst, gerçekten bir şeyler yapmak isteyen kadrolarda yaşanan örgütsel reflekslerdeki zayıflığı, zihinsel tembelliği, özel yaşamı ile politik yaşamı arasında devrimci ve etkin bir denge kuramamaları gibi kadrosal zaaflar da çalışmaların önündeki en önemli sorunlardan biridir. Bu anılan noktaların örgütsüzlük ortamı tarafından körüklendiğini ve günlük olarak bundan beslendiğini hemen eklemeliyiz. Bunları aşmanın en önemli zemini örgütsel ilişkileri daha etkin ve dinamik örmekle mümkündür. Ama örgütsel ilişkileri ve zemini geliştirmek için de kadroların anılan bu bireysel sorunlarını asgari düzeyde aşmaları gerekiyor. Yoksa bir kısır döngünün yaşanacağı kesindir. Başka bir deyişle, bu dönem, gerçekten öncü kadrolara ihtiyaç var, var olan sorunların çözümü bu noktada düğümlenmiştir. Ancak ne yazık en çok tahribatın, çözülme ve çürümenin yaşandığı alan da yine burasıdır! “Yetişmiş insan”, sorumluluk sahibi kadro, ilkelerinde ve davasında ciddi, tutarlı ve samimi kadro, düşüncelerini, duygularını ve ilgilerini sorumlulukları üzerinde odaklaştıran kadro… İşte, dönemin en temel sorunu budur!
Bu sorunu çözmek mümkün mü?
Evet!
Bunun için öncelikle bu işe soyunanların sorumluluklarının bir gereği olarak kendilerini tam katmaları, politik ve örgütsel reflekslerle hareket etmeleri, genç ve canlı dinamikleri bu sürece katma yönünde etkin bir çaba içinde olmaları gerekiyor. Bu da öncelikle ülke topraklarındaki çalışmaları daha nitelikli hale getirmekten geçiyor. Çözülmeyi yaşayan, politik kaygıları zayıflamış olanlar üzerinde durmak değil, başta öğrenci ve emekçi kesimleri olmak üzere daha diri kesimlere gitmek, onların harekete geçmesine yardımcı olmak gerekir.
Kısacası çok ağır bir tahribata ve soluk aldırmayı bile güçleştiren sorunlara rağmen devrimci yurtsever mücadeleyi yeniden ayakları üzerinde doğrultmak ve geliştirmek mümkündür! Yeter ki bu konuda sorumluluk üstlenenler kendilerini bu sorumluluk düzeylerine göre örgütlesinler, bunun reflekslerini geliştirebilsinler!
Çünkü salt sorunlarımız değil, aynı zamanda devrimci mücadeleyi yeniden geliştirmenin olanakları ve potansiyelleri de var. Bunları da kısaca, başka bir alt başlık altında özetlememiz gerekiyor…
II.
Olanaklar ve Potansiyeller
Devrimci mücadelenin olanak ve potansiyellerini iki ana başlık altında toplamak mümkündür. Biri, nesnel olanak ve potansiyeller; diğeri ise, öznel olanak ve potansiyeller. Nesnel olanaklar ve potansiyelleri kısaca özetlemek gerekirse;
Kürdistan ulusal sorunu, emekçilerin ağır ekonomik ve toplumsal sorunları, çelişkileri hafiflemek şöyle dursun, her geçen gün biraz daha ağırlaşmaktadır. Bu eğilim derinleşerek, büyüyerek devam edecek… Bütün işaretler ve göstergeler bunu gösteriyor…
On yılları bulan mücadele, Kürdistan sorununu çözemedi, sadece sorunu bütün şiddetiyle ortaya koydu. Sorunun bağımsızlık ve özgürlük, en genel anlamda bir iktidar sorunu olduğunu tartışmasız bir biçimde ortaya koydu.
İmralı ihaneti bu sorunun özünü bulandırmaya, bu alanda kazanılan bilinci katletmeye çalışsa da sorun, ulusal ve toplumsal, uluslararası boyutlarıyla derinleşerek devam ediyor.
Sorunun kendisi edilgin değil, etkin, dinamik bir sorundur. Bu nesnel yönünün on yılların birikimi ve değerleriyle bütünleştiği düşünüldüğünde dinamizminin niteliği de daha iyi anlaşılır. Bunun anlamı şu: Bu topraklar ve bu toplumsal yapı devrimci mücadeleye çok uygun bir zemin sunmaktadır. Bu topraklar ve bu toplumsal yapı, en az ekmek su kadar devrimci mücadeleye ihtiyaç duymaktadır!
Toplumsal çelişkilerin derinleşmesi, giderek politik düzlemde sınıfsal mücadelelerin farklılaşmasını da getirmekte ve netleştirmektedir. Bu, öncelikle ulusal soruna, ulusal kurtuluş sorunlarına, dost ve düşman kavramlarına bakışı ve politik duruşları netleştiren nesnel bir zemin anlamına gelmektedir.
Globalizm, neo-liberal politikalar, ezilen halkların ve sınıfların yaşam koşullarını ağırlaştırmakta, işsizlik, yoksulluk, açlık gibi temel sorunları büyütmektedir. Dünya çapında yaşanan bu durum, Türkiye ve Kürdistan’da daha katmerli ve derinleşerek yaşanmaktadır.
Bunlarla birlikte ABD emperyalizminin Irak işgali ve “Büyük Ortadoğu Projesi” giderek önemli bir açmazla karşı karşıya kalmaktadır. Ama buna rağmen ABD’nin hemen pes edeceğini sanmak büyük bir yanılgı olur. Bu, bölge çapında çelişki ve çatışmaların derinleşeceğini göstermektedir.
Bütün bu gerçekler, ülkemizde devrimci mücadele açısından nesnel koşulların daha da elverişli hale geleceğini göstermektedir.
Öte yandan bu yenilgi ve kırılma sürecinde, bir grup devrimci sosyalistin bir program taslağını ve mücadele perspektifini ortaya koymaları, bunu devrimci mücadeleyi toparlama ve yeniden inşa perspektifine oturtmaları çok önemlidir. Kırılmaya karşı inancı ve umudu temsil etmek, ideolojik savrulmalara karşı geleceği ve umudu temsil eden devrimci sosyalizmde ısrar etmek, bunu sosyalizm cephesinde yaşanan tüm olumsuzlukları aşma anlayışı ve iddiası ile gerçekleştirmek gelişmenin en önemli olanaklarından biri olmaktadır.
Bu temellere dayanarak toparlanmak, gelişmek, çekirdekleşmek ve umudu yarınlara taşımak mümkündür!
III.
Sonuç
Mümkün ve gerekli olanı başarmak ise öncelikle bu işe soyunanların devrimci yaratıcılıkları, özverili katılımları ve bunu günlük örgütlemeleri noktalarında düğümlenmektedir. İçinde geçmekte olduğumuz süreç mucizelerle değil, öncülerin özverili, kararlı ve bilinçli çabaları ve eylemleriyle aşılabilir. Zorlu geçmekte olan bir süreçtir, bu kadar yıkıntı ve enkaz altında umudu dirilterek yarınlara taşımak elbette zorlu çabaları, sabrı, inadı ve ısrarı gerektirmektedir. Ama aynı zamanda bilinçli bir çalışmayı da…
Yarını kendinde yaratan ve ufkunda özgür yarınlar olan etkili bir öncü çekirdek geliştirmek günün en acil görevidir! Teslimiyet ve ihanete karşı en etkili ve sonuç alıcı eylemimiz de bu olacaktır!
Mayıs 2004