0 0
Read Time:3 Minute, 39 Second

RTEmagicC_H._Gerger.jpgAKP'nin başkanlık sistemine yönelmesi, genellikle, güncel gelişmelere ilişkin tepkilerine indirgenmekte. Oysa, "başkanlık sistemi," çok uzun zamandır egemenlerin gündemindeydi ve doğrudan sistemin bunalımına, düzenin kendini koruma güdülerine bağlıydı.

En son 1 Mayıs'ta örneklerini yaşadığımız Türk usulü "burjuva demokrasisi"nin ve onun halka karşı şiddetle örülü psikolijik savaşa uyarlanmış yapısı da egemenlerin yönetememe krizini çözmeye yetmiyor. Süleyman Demirel'den yeni yetme genel başkan Erkan Mumcu'ya, sermayenin politik temsilcilerinin başkanlık sistemine geçişi öngören canhıraş yakınmalarının özünü en dobra biçimde Rahmi Koç şöyle ifade etmişti 30 Aralık 2004 günü Hürriyet gazetesinde yayınlanan demecinde: "En iyisi akıllı bir diktatör. Ama, bu devirde mümkün değil. İkinci en iyi ise başkanlık sistemi."

AKP, şimdi, sadece, egemenlerin uzun zamandır gündeminde olan, kotarmak için fırsat kolladıkları bir imkanı, elbette kendine yontarak, gündeme taşıyor. Bu hamlenin tutup tutmamasının önemi yok. Önemli olan, düzenin, çözemediği yapısal sorunlarının ağırlığı altında, er ya da geç bu yola tevessül edeceği gerçeği. Bu genel yönelişin adı, tek kelimeyle, bir diktatör arama sürecidir. Halkın bu diktatörü seçmesinin yeğlenmesiyse, egemenlerin, vesayetçi bir darbe yerine, "meşruiyet" denen incir yaprağına ihtiyaç duymalarındandır. Bu gidişin, konjonktüre göre, şarlatan bir halife Padişah'ın ya da demagog bir faşistin sistemi korumak üzere görevlendirilmesiyle sonuçlanacağı kesindir; zaten amaç da budur. Sermaye açısından, en kötü ihtimalle, bu sistem, askeri bir diktatörlüğe zemin ve bahane sağladığı için de makbuldur. 

Bugün bu gidişe karşı olanların gücü abartılmamalı, niyetleri de sorgulanmalıdır. CHP önderliğindeki "sol"un, Ecevit türü karizmatik bir popülisti ürettiği, bir emekli generalin pazarda prim yaptığı ya da düzen krizinin dayattığı bir anda bu istikamete çark etmesi kaçınılmazdır. Statüko içinde ayrıcalıklı konumlarını korumak derdindeki sol-liberallerin ise, ciddiye alınacak bir yanları zaten yoktur. Güçlü bir laik demagog ya da borazan sesi onları susturmaya, hatta sesin olduğu yere doğru uygun adım koşturmaya yeterlidir. İşci sınıfının ve onun politik temsilcilerinin, yani devrimci sosyalistlerin de bu süreci durdurmaya güçlerinin yetmeyeceği bellidir.

Kolaycılığı seçenler, Allende'den Morales'e, Güney Amerika'ya bakarak heveslenebilirler ama unutmamak gerekir ki, bu "sosyalist başkanlar"ın ardında, her eğilimden Marksistler'in, devrimci demokratların, gerilla hareketlerinin, proletarya sosyalistlerinin uzun yılların örgütlü-partili mücadeleleri vardı. Üstelik, parlamentolarda temsil gücüne kavuşmuş bir politik geçmiş sözkonusuydu. Bugün Türkiye'de devrimciler, asmbolik anlamda bile bir aday çıkarma olanağına sahip olamazlar çünkü "seçim" adaylığın parlamento içinde hapsedilmesiyle zaten denetim altına alınmış olacaktır.

Bu süreç elbette görmezden gelinemez. Henüz kendi içindeki güç ve işbirliğini kotaramamış, politikada kendi ittifaklarını saptayamamış, bunun için öneri ve koşullarını belirleyememiş devrimci Marksist sosyalistlerin, bu "yeni" gündem karşısında da yapabilecekleri fazla şey yoktur. Ama hayat, sadece egemenlere değil, devrimcilere de değişimi dayatıyor. Egemenler, çoğu zaman esnek bir uyarlamaya geçiş yapabiliyorlar çünkü bunu yapamadıklarında kaybedeceklerini biliyorlar. Benzer bir "yeniden derleniş" devrimciler bakımından da gündemdedir.

"En iyisi diktatörlük" diyenlere karşı, "Kurtuluş sosyalizmde!" şiarına bağlı olanların bayrağını yükseltmenin zamanıdır; ortak aklın harekete geçirilmesiyle, Marksizm'in zenginliği ve yaratıcılığıyla, devrimci pratiğin teorik yenilenmesiyle, mücadele içinde ortaklıkların örülmesiyle ve örgütlü biçimde.

Bugün değilse, ne zaman?.

http://www.kizilbayrak.net/ sitesinden alınmıştır.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter