0 0
Read Time:13 Minute, 21 Second

Emperyalist merkezler arası adı konulmamış it dalaşının yanı sıra, bu merkezlerin pasta paylaşımına refakat etmek isteyen birçok bölgesel güç arasında mücadele kızışıyor. Bu güçler arasında devam eden çok yönlü ekonomik, siyasi, askeri hakimiyet kavgaları Avrasya ve Ortadoğu coğrafyasının kaygan zeminlerinde kızışıyor ve birbirleriyle kapışmaya götürecek  bir  egemenlik kavgasının fay hatları geriliyor.

erlin duvarının yıkılmasından bu yana, ABD başta olmak üzere Batı merkezleri Sovyetler Birliği'nin yarattığı boşluktan istifade ederek, Orta Asya'da kendilerine derinlemesine alan açmaya çalışmaktalar. Avrasya ve Ortadoğu'da  çok yönlü faaliyet içerisinde olan Batılı emperyalist güçler, askeri ve ekonomik gücün yanı sıra çeşitli "Sivil Toplum Örgütleri" kanalıyla bölgeye yerleşiyorlar. Rusya'da bir nevi Batı hayranlığının geliştiği Yeltsin döneminde açılımlarını hızlandıran Batı merkezleri, bu süreçte adeta Rusya'yı esir almaya çalıştılar. Boris Yeltsin sonrası iktidara gelen Vladimir Putin, ülkenin içine girdiği süreci ve ABD'nin Afganistan ve Irak politikalarını değerlendirirken, "SSCB'nin yıkılışının insanlık için 21.yüzyılın en büyük felaketi olduğunu" ve "ABD'nin küresel hakimiyet peşinde koşarak, dünyayı yaşanmaz hale getirecek bir politika izlediğini" dile getirmişti. Putin Rusya'nın uluslararası alandaki rolünün artırılması için, enerji kaynakları kartını iyi oynayarak, Yeltsin döneminde zorluklarla yüz yüze kalan Rusya'yı tekrar siyasi arenada sözü dinlenen bir konuma getirdi. Ülkenin doğal zenginlik kaynakları sayesinde ekonomisinde hızla gelişim gösteren Rusya, geçmişte olduğu gibi şu anda da, sadece kendi bölgesinde değil dünyada sorunların çözümüne taraf olduğunu, başta kibirli Batı olmak üzere bütün dünyaya dayatmaktadır.  

  Son yıllarda Primakov'un Avrasyacı doktrinini hayata  geçiren Rusya, Çin ile birlikte öncülük ettiği Şanghay İşbirliği Örgütü'nü (ŞİÖ) kurarak, Avrasya ve Ortadoğu'da etkinliğini artırmaya çalışıyor. Özellikle Afganistan savaşından sonra ABD ve NATO, askeri olarak belirgin bir şekilde Rusya'yı Avrupa'nın doğusundan ve Şark'ın Ortadoğu'sundan kuşatma altına almaya çalışıyor. ABD, AB ve NATO'nun Rus sınırlarına yerleşmesi, haklı olarak Rusya'yı kaygılandırıyor. Rusya bu kaygılarından hareketle, ABD ve müttefikerine "etrafımı daraltıyorsunuz" diyerek açıktan tavır alıyor ve eski Sovyet sınırları içerisinde yer alan Asya ülkelerinde etkinliğini pekiştirmen siyasetini geliştiriyor. Bu çerçevede, Rus topraklarından özellikle Avrupa'ya aktarılan enerji boru hatlarının kontrolünü eline almak için Mayıs ayı içinde Orta Asya ülkeleri ile yaptığı antlaşmalarla, bölgenin gaz ve petrol sevkıyatını eline alması, Rusya'nın konumunu bir kat daha güçlendirmiş durumda. Yani eski Sovyet toprakları içerisinde yer alan Avrasya coğrafyasının enerji hatlarının dünyaya transit aktarılması yetkisine sahip olan Rusya, hasımlarına karşı böylesi güçlü bir silahı elinde bulunduruyor. Rus dış siyaseti dışına çıkan ve çıkmaya çalışan bölgedeki kimi Batı yanlısı eski Sovyet Cumhuriyetlerine karşı da elindeki gaz ve petrol vanalarını kullanarak ve zaman zaman bu vanaları sağa bükerek onları dize getirdiği gibi, Batı merkezlerine karşı da bir koz olarak kullanabiliyor. Bilindiği gibi, geçen yılın son aylarında Ukrayna üzerinden Almanya'ya aktarılan gaz hattının birkaç günlüğüne durdurulması, Ukrayna'nın cezalandırılması olduğu gibi, Almanya'ya da bir nevi uyarı olup, onu telaşlandırmıştı.

Özetle Rusya, geçmişte olduğu gibi şu anda da yeniden  güçlü bir devlet olduğunu hissetmeye/ettirmeye başladı ve gücünü göstermenin zamanının geldiğini düşünüyor. Nitekim, AB'nin dönem başkanı Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile Rusya'nın yaptığı ve hiçbir görüş birliğinin ortaya çıkmadığı zirvede V. Putin, "Bundan böyle konuşmalarımızda parmak ile konuşacağız" diyerek, son dönemde NATO, enerji, Baltık ülkeleri Kosova ve Batı merkezlerinin "demokrasiyi geliştirme amaçlı" bölgedeki sivil örgütlerin faaliyetleri gibi konularda iplerin giderek gerilmekte olduğu ABD ve AB'ye dikkatli olmaları mesajını veriyordu.

Rusya ve batı

  Bu arada, her yıl olduğu gibi bu yılın 10-11 Şubat ‘07 tarihlerinde Almanya'nın Münih kentinde 43.'sü düzenlenen Güvenlik Konferansına katılan Vladimir Putin açıkça "NATO ülkeleri sınırlarımızda askeri üsler inşa ediyor ve birileri her alanda sınırlarını aştı" diyerek,  ABD ve ABD'ye bu imkanları sağlayan Avrupa ülkelerini üstü kapalı uyarmaktaydı. Vladimir Putin'in Şubat'taki bu konuşması, Batı merkezleri ile Rusya arasında "soğuk savaşın" devamı değerlendirmelerine yolaçtığı gibi, ABD ve AB'nin kimi ülkelerinde soğuk duş etkisi yaratı. V. Putin'in Münih'teki çıkışının altında yatan asıl olgulardan biri de ABD'nin, Rusya'nın "arka bahçesi" olarak gördüğü Kafkas ülkelerine yönelik sürdürdüğü çeşitli faaliyetler. Hatırlanacağı gibi, ABD ve müttefikleri bu coğrafyada bir dizi iç kargaşayla, Avrasyacı rejimlerin yerine "Kadife ve Turuncu devrimler" ile kendilerine yakın duran rejimleri iktidarlara taşımayı hedeflediler. Ancak bunda başarılı olmasalar da bu yönlü faaliyetler çok yönlü devam ediyor.

  Geleceklerini Avrasya'da gören Batılı emperyalistler, Avrasya'nın denetim ve hakimiyetini Rusya'ya bırakmaktan yana değiller. Bu yüzden başta ABD olmak üzere Batı merkezlerince Asya'ya da, Balkanlar'da ve Doğu Avrupa'da Rusya'nın etrafı etrafı çevriliyor. Üstelik bu alanlarda ABD'nin kurmaya çalıştığı füze savunma sistemleri, askeri üs ve radar sistemleri ile Rusya'yı kuşatma altına alarak, Avrasya üzerindeki Rus egemenliğini kırarak, kendi egemenliklerinin pekiştirmeye çalışıyorlar. Çünkü ABD'nin ve diğer merkezlerin  geleceğini belirleyecek olan Avrasya ve Ortadoğu'dur ve başta ABD olmak üzere, emperyalist-kapitalist sistemi ve onun 21. yüzyılda dünyanın hakim gücü olarak kalıp kalmayacağını da bu bölge belirleyecektir. Zira ABD 21. yüzyılda hakim güç olarak kalabilmenin yolunun Avrasya'ya hakim olmaktan geçtiğini çok iyi biliyor ve ona göre bugünden Avrasya'nın etrafını kuşatmaya çalışıyor.

Avrasya deyip geçemeyiz, çünkü burası birçok yönüyle emperyalist-kapitalist sistemin geleceğini ve kaderini belirleyecek bir coğrafyadır.  Bu coğrafyanın bağrında barındırdığı fosil enerji zenginliğinin yanı sıra, demografik yapısı oldukça önemli olup, dikkat çekicidir. Dünya nüfusunun büyük bir kesimini teşkil ettiği için ve artı hızla büyüyen ekonomisi ile kapitalizmin geleceği bu coğrafyada yatmaktadır. Bundan dolayı bölgede uluslararası emperyalist güçler arasında kıran kırana bir güç mücadelesi kızışmaktadır.
 
  Bu vesileyle 1995'te bu bölgenin jeopolitik önemine değinen Moskowskije Nowosti gazetesi, Hazar havzası etrafında yer alan Kafkasya'ya yönelik o dönem şöyle bir tespitte bulunuyordu: "Yeni bir dünya savaşına kararı verecek olan Kafkas bölgesidir. Bu bölge 25 milyar ton petrolün yanı sıra stratejik noktaların ele geçirilmesinin imkanını veriyor. Ve bu bölgenin kaybedilmesi bölgenin karakterine acı verecektir. 21.yüzyılın geleceğine yönelik, çatışma ve istikbal konusunda ise bu bölge karar verecek". (Aktaran Willi Gerns, Unsere Zeit, 6 Nisan 2007)      

 Bu coğrafya, sahip olduğu zengin fosil kaynaklarının yanı sıra, tarihi İpek Yolu'nun bu bölgede bulunmasıyla önemlidir. Yine bu bölgenin sahip olduğu deniz ve ırmaklarla bu kaynakların dünya pazarlarına aktarılmasında merkezi bir rol oynamaktadır. Dünya enerji koridoru güzergahlarının burada bulunmasıyla, enerji kaynaklarının dünyaya bu güzergahlardan aktarılmasıyla ve enerji boru hatlarının ana merkezlerinin burada bulunmasıyla, Avrupa'dan Çin'e kadar olan coğrafya üzerinde ulaşım sağlayamasıyla, stratejik bir öneme sahiptir.

Velhasıl bu bölge dünyayı bir iplik düğümü gibi birbirine bağlayan bir coğrafyadır.  Bu özelliğinden dolayı da  herkes için büyük bir jeopolitik ve jeostratejik özelliğe sahiptir. Bu bölge bu özelliğinden dolayı, bugün ABD ve Batı merkezlerince ne kadar hayati önem taşıyorsa, bunun iki katı Rusya ve Çin için de hayati önem taşımaktadır. Bu nedenlerle bölgede ABD ve Batı merkezlerinin yanı sıra, Rusya ve Çin'in her geçen gün etkinliklerini artırması, AB, ABD, Japonya, Rusya ve Çin gibi güç merkezleri arasındakı kavgaları giderek kızıştırmaktadır. Çünkü Kafkas sınırları içerisinde yer alan sadece Kazakistan (merkez Asya'nın coğrafik olarak en büyük ülkesi)  Rusya ile 7 700 kilometre sınırdaş olması ve aşağı yukarı Çin ile de aynı sınırdaş uzunluğu paylaşması, onun bölgedeki önemini daha da artırmakta. Bu stratejik ve jeopolitik öneminden dolayı ABD çeşitli yollarla bölgenin diğer yerlerinde olduğu gibi, Kazakistan'ı denetim altına almaya çalışıyor. Bu durum başta Rusya'nın tarihi sınırlarına müdahale olduğu gibi, onun etrafını daraltarak, Çin'i de Batı Sibirya'dan kuşatmak anlamına geliyor. Buna karşı, 1996'da Rusya ve Çin'in öncülüğünde bir araya gelen Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın oluşturduğu Şanghay beşlisi ve bu beşlinin daha sonra 2001 yılında Özbekistan'ında katılması ile güçlenmesi ve 2005 yılından itibaren de Hindistan, İran ve Pakistan'ın örgüte gözlemci olarak katılmaları ile, AB ve ABD'nin Avrasya'ya yönelik egemenlik stratejisine karşı bölgesel bir güç birliği oluşturulmuş durumda. Avrasya coğrafyasında, coğrafyanın sahipleri tarafından oluşturulan bu birlik, ABD ve AB cephesini oldukça rahatsız ediyor.

ABD ve Batı merkezlerinin bölgeye yönelik saldırgan emellerine karşı bölge devletleri tarafından oluşturulan Şanghay beşlisi, başlangıçta her ne kadar ekonomik işbirliği çerçevesinde oluşmuş olsa da, bugün gelinen yerde, "Birliğin herhangi bir ülkesine  yapılacak herhangi bir dış müdahale örgütün tüm üyelerine yapılmış" kabul edilerek, askeri olarak da işbirliği boyutu kazanmış bulunuyor. Bu birlik bünyesindeki bölge devletleri, ekonomik işbirliğinin yanı sıra, son yıllarda giderek düzenli hale getirdikleri ortak askeri tatbikatlar ile savunma alanında da ortak hareket ediyorlar.  

  Özetin özeti olarak, Napolyon'dan bu yana Batı merkezleri, Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere Avrasya'nın fosil enerji kaynaklarına yönelik emel ve amaçlarını gerçekleştirmek için asırlardır jeopolitik ve stratejik noktaların ele geçirilmesi babından birbirleri ile savaşları dahi göze almışlardır. Çok uzaklara gitmemize gerek yok. Hitler Almanya'sının büyük Avrupa macerasının yarattığı yıkımın altında yatan amaçlardan biri de Avrasya'nın (Doğunun) zengin enerji kaynakları üzerinde "Büyük Avrupa"nın egemenliğinin kalıcılaşmasıydı. Bugün de birçok yönüyle uluslararası kolektif emperyalist merkezlerin hedefinde Avrasya, yani Doğu'nun hakimiyet altına alınması var. Bu merkezler bölgenin pastasının paylaşımında kimi yerde tek başlarına kimi yerde de kolektif hareket ediyorlar. ABD'nin yanı sıra Batı'nın AB'si de kendine has Avrasya stratejisini oluşturmuş veya daha derinlemesine oluşturmaya çalışıyor. Şu an Almanya öncülüğünde ilerleyen Avrupa Birliği'nin dış siyasetinin öncelikleri arasında yer alan Avrasya politikası çok yönlü işliyor. Özellikle Almanya'nın dönem başkanlığı döneminde  bölgede yapılan zirve ve işbirliği gibi çeşitli anlaşmalar doğrultusunda önümüzdeki Haziran ayında (2007) Brüksel'de liderler düzeyinde yapacakları zirvede, AB'nin Avrasya'ya yönelik yeni stratejisini görüşüp karara bağlamaya çalışacaklar. Bu zirvede özellikle Rusya'nın Orta Asya ülkeleri üzerindeki etkinliğinin nasıl kırılacağı ve Rusya'dan bağımsız nasıl enerji temin edilebileceği görüşülecek.   

  Gelinen aşamada ABD nasıl Doğu'nun fosil enerji kaynaklarına ihtiyaç duyuyorsa, AB'nin söz sahibi emperyalist merkezlerin de başta Rusya'nın enerjisi olmak üzere, Avrasya'ya olan enerji bağımlılığı artıyor. Avrupa Birliği devletleri her ne kadar ileri teknolojiden yararlansalar da, halihazırda Rus ve Avrasya enerjisine olan bağımlılıktan kısa süre içerisinde kurtulamazlar.

Bu meyanda Almanya başta olmak üzere kimi AB ülkelerinin ABD'nin dış politikalarına yakın duruşları sözkonusu. AB'nin akıl hocaları ise birliğe yönelik olarak "AB'nin ABD'den ayrı Rus stratejisi üretip Rusya ile işbirliğinin sürdürmesi AB çıkarlarına en uygun olanıdır" diyorlar. Çünkü bu akıl hocalarına göre, AB'nin Avrasya'ya yönelik ve "kendi geleceği" için oluşturduğu strateji aksamamalı.

 Zira, sermayenin politik memurları dönem dönem kibirli davranıp sivri açıklamalar yapsalar da, Avrupa'nın Rusya ve Doğu'nun enerjisine ihtiyacı var. Tersinden de Rusya ve Avrasya enerji kaynaklarının pazarlara ihtiyacı var. Bu nedenle, Rusya ile AB arasındaki ilişkiler yara alsa da, bir çıkmaz sokağa girmesi beklenmemelidir. Ancak mağrur Batı merkezleri her şeyin kendi denetimlerinde olması hedefiyle hareket ettikleri için, var olan ilişkilerin süreç içerisinde zorluklar içinde ilerleyeceği de gözden kaçmamaktadır. Rusya eksenli Avrasya sorunu Batı merkezleri ile Rusya arasında, Almanya'da Haziran'da yapılacak G-8 zirvesinde de tartışılacaktır.

  Toparlarsak, bölgedeki bu gelişmelerin Ortadoğu'ya etkisi süreç içerisinde birçok cepheden yansıyacaktır. Özellikle ABD dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'nin Rusya ziyareti, AB-Rus zirvesi ve Dick Cheney'in Ortadoğu'ya geliş dönemine denk gelen, ABD'nin İran'la 28 Mayıs'ta görüşeceğinin kamuoyuna yansıması, sorgulanması gereken bir noktadır. Yine İran'ın üçüncü bir kanaldan kaç kez görüşme talebine ABD cephesi bugüne kadar tüm kapıları kapatırken, şu an neden mavi boncuk uzattığı dikkat çekici bir gelişmedir.

21 Mayıs ‘07

 

http://www.kizilbayrak.net/ sitesinden alınmıştır.

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter