Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra tatile giren meclisin güdümlü vekilleri bu sıralar seçim bölgelerinde soluklanmaktalar. Ramazan vesilesiyle sadaka kültürüne hizmet edenlerin sayısı da bir önceki dönemlere oranla daha fazla.550 mevcutlu burjuva meclisin gürültüsüzlüğü şimdilik tansiyonun düşmesine yol açtı. Gündemde olan "sivil anayasa" hazırlığı taraflar arasında gerilimi arttıracaktır. Önümüzdeki günler, haftalar içerisinde hükümet ve çapsız muhalefet belli başlı konular üzerinden karşılıklı sataşma ve salvo atışlarına ağırlık verecektir. Düzen partileri, kendilerince oluşturdukları politikalarla meclis arenasında boy gösterecektir. Takkiyeci muhafazakâr dinci parti AKP, Kemalist despotik şoven kimlikli CHP, ırkçı faşist paramiliter MHP, Kürt ulusal sorunuyla alakaları kalmayan uzlaşmacı DTP ve vitrin malzemesi işlevi gören lüzumsuz bağımsız vekiller. Aşağı yukarı tablo böyle özetleniyor. Bu tablo da yer bulan partiler için yapılan tanımlamalar bir diğerinin nazarında da karşılığı olduğunu politikayla ilgili herkes çok rahat görebilir.
Bu makalede, meclis tablosuna sözü fazlaca getirmeden TC Cumhurbaşkanı A. Gül'ün, Kuzey Kürdistan ziyareti ( veya seferi) ve Kürt liberal- teslimiyetçi cenahın kronik yaklaşımları hakkında düşüncelerimizi açıklamakla yetinelim. Öncelikle, çiçeği burnunda cumhuru reis A. Gül'ün Kürt illerine gidişi ve kamuoyuna yansıyan söz ile tavırları değerlendirelim.
22 Temmuz seçimleri öncesi kriz nedeni haline gelen Çankaya köşküne seçim sonrası yeni parlamentoda yapılan seçimle A. Gül nihayetinde çıkabildi. Halef ve selef gibi bakılan Tayyip ile Gül önlerine çıkartılan gerilim engelini de vekil çoğunluğu sayesinde aşmış durumdalar. Bir önceki mecliste 367 rakamı ve diğer düzen partilerinin blok tavrı sebebiyle aday Gül düzen içi meşruiyet sorunu yaşamıştı. Bu sefer böyle olmadı. CHP hariç MHP, DSP, DTP Cumhurbaşkanı seçimine katılarak AKP ve A. Gül'ü rahatlatan yardımlarını esirgemediler. Süreci takip edenlerinde gözlemlediği üzere, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilkesiz siyasetiyle DTP göze çarpıyordu. Söz gelimi "yapıcı, olgun" davrandıklarını düşüne dursunlar, her tur başlangıcında " destekliyor- desteklemiyor(uz)" keşmekeşliğiyle ne dedikleri ne yaptıkları anlamsızlaşan tavırsızlıkla sürece dahil oldular. Aslında neden evet demediklerinin cevabı da ortada. AKP ve A. Gül, DTP'nin evet oyunu istemedi, seçime katılmanız kâfi denildi. Onlar da üzerlerine düşen bu görevi kusursuz yerine getirdi.
TC Cumhurbaşkanı A. Gül, seçildikten sonra gezi programını açıkladı."Doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesi" ve KKTC'ye öncelik ayırdı. Bazı aklıselimlerin "hangi kimlikle gidiyorsunuz" sorusu da kafa karışıklığı yaratmaya dönük manipülasyon işlevi görmüştür. Başkumandan ve ya Cumhurbaşkanı olarak mı, ayrımı yapmakta neyin nesidir? Liberal- teslimiyetçi cenah, Gül'e, TSK'nin başkumandanı olarak gitmeyin, Cumhurun reisi vasfınızla gidiniz telkininde bulundu. Ancak bu telkinin akılcı bir yanı yok. TC devlet erk'inin kurumsal ve hukuksal yapısı gereği Cumhurbaşkanı olan kişi, hem TSK'nin hem yargı-yasama-yürütme mekanizmasının başıdır. İster üniformalı ister kravatlı gitsin ne fark eder ki? Bu basit yaklaşımlarının da gösterdiği gibi, doğru devlet tanımlamanız ve ideolojik netlik olmazsa komik duruma düşmekten de kurtaramazsınız kendinizi.
Burjuva medya, A.Gül'ün yolculuğunu "sefer" olarak yansıttı. Cumhurbaşkanı(ları) "doğu ve güney doğu bölgesine" sefer düzenlemiş, birlik- beraberlik ve teröre karşı kararlılık sergilemiş bulundu. Yani, rutin olanın dışında değişik bir yaklaşımda bulunmadı. Hep aynı senaryo yeni yüzler ya da aktörler diyelim eliyle yeniden sahnelenmektedir. İlk yolculuğun Kuzey Kürdistan ve Kıbrıs olması da şaşırtıcı değil. Sömürgeci- işgalci devlet politikalarıyla uyumlu hareket edileceğinin en bariz örneğini sergilemektedir. Temel konularda Gül, AKP ve Ordu'nun uzlaşma halinde olacağının ilanıdır bu "seferler". Düzen cephesi, Kuzey Kürdistan da sömürge sisteminde sonuna kadar ısrar ve Kıbrıs adasındaki işgalci konumunu devam ettirme doğrultusunda mesaj vermektedir. Aslında, sefer sözcüğüyle anlatılmak istenende budur. Bunun dışında yapılacak değerlendirmeler zorlama, iyi niyet bile sayılamayacak yalan- yanlış yaklaşımlardır.
A.Gül'den "çözüm bekleniyor" diyerek beklentilerini açıklayanların "bölge seferi" sonrası suskunluğu da kaçınılmaz olandı. Düzen siyasetçilerine hak etmedikleri misyonlar yükleme alışkanlığından vazgeçmeyenler yine beklentilerinin dışında bir sonuçla yüz yüze kaldı. Çok gerilere gitmeden hafızalarımızı yoklamakta yarar var. Kimlere ne methiyeler ve çözüm için tek yanlı roller verildi, biraz hatırlayalım.
Kenya'da, sona eren tarihsel sürecin sonrasında İmralı adasında "devlete hizmet" amaçlı peşi sıra yeni kılıfıyla teorize edilen safsatalarla "çözüm geliyor" bombardımanına tutulduk. Değişen dünya ve ülke gerçekliliği barış yüz yılını müjdeliyordu. Şiddetin her biçimi kötü, uzlaşma-barış dili tek kazandırandı. Bağımsızlık, devrim lafızda bilimdışı- modası geçmiş şeylerdi. Lafızda dedik, buda samimiyetlerini kanıtlamada yetersiz görüldüğünden kapsamlı tasfiyeye yöneldiler. İdeolojiyi ters yüz ederek ve örgütsel yapıyı dumura uğratarak tasfiyeyi bütün mücadele alanlarında hâkim eğilim haline getirdiler. Halkımızın düşmanı güçlere "barış için" olmadık yakıştırmalara gidildi.
Tasfiyeciler ilk önce, sorgucu subayların "olgun" konuşmalarına böyle yaklaştılar. Sayfalar dolusu ifade veren ( yetmedi ek ifade veren) örgütte görev alan insanların inanç ve düzeylerini "çözümleme" havasında sorguculara anlatmakta sakınca görmeyen Öcalan'ın ağzından duyduğumuz, subay konuşması onu cesaretlendirmişti. "Denilip-denilmediği de" meçhul demagojilerle kararını vermiş, sonuna kadar konuşarak "komployu" bozmayı hedeflemişti. Sorgucuların söyledikleri, demokratik cumhuriyet projesini hazırlama kararı vermesinde onu motive eden faktörlerden biri olmuştu. Sonrasında mahkemedeki savunmasında kemalizme övgüler dizmiş, Kürt isyanlarını sömürgeciler diliyle karalamış, resmi devlet ideolojisinin kaba tekrarına soyunarak "af dilenciliği"ne oynamıştı. İkili odak yanılsaması çerçevesinde "barış ve savaş isteyen" devlet temasıyla tek taraflı teslimiyet programlarına ağırlık verdiler. İmralı çizgesine yatkın yönetici kadrolarında teslimiyet politikalarına yedeklenmesiyle, sekiz senedir süre gelen malum savrulmanın başını çekmektedirler.
TBMM de yemin töreni esnasında DTP'li vekillerin Mhp'lilerle tokalaşmaları haklı eleştirilere konu olmuştu. Sıkılan el'in, varlığını Kürt halk düşmanlığı bağlamında sürdürdüğü çok açıkken ve ırkçı-faşist kimliğinden ötürü mevcut saldırganlığın ayaklarından birisiyken uzatılan elin mahzur görülecek bir yanı yoktur. Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta el sıkışma işinin İmralı da ki açıklamayla "eleştirilme" hadisesidir. Son sekiz senedir ortaya atılan bir yığın teorik safsataya bakılırsa, sürekli düzen güçlerine "barış misyonu" yüklendiği bilinen artık klasikleşmiş bir hakikattir. Aslında DTP'li vekiller, İmralı çizgisine zıt gelen herhangi bir davranış içersinde değillerdir. Demokratik cumhuriyet anlayışı temelinde düzene payanda olmak adına ne kadar değiştiklerini gösterme ve bunu da pratikleriyle alenen sergileme vaziyetindeler. İmralı partisinin sözcüleri de Öcalan'a benzer mahiyette demeçler vermiştir. İlkeli olmaktan, yurtseverlikten vs bahsetmişlerdir. Tam da bu noktada yeniden 7-8 yıl öncesine dönüp bakmak gerekiyor. İmralı mahkemelerinde, MHP için çözüm adresi sıfatı dillendirilmedi mi? MHP'nin barışa kattı sunmasının kendileri adına mutlaka olumlu karşılıkla cevaplanacağı söyleniyordu. MHP lideri Bahçeli'nin ılımlı özelliklerini keşfederek, Türk faşistlerin bile alay konusu olan seviyesizliğe düşmüşlerdi. Yine hatırlatmak gerekir diye düşünüyoruz, PKK MK adına o dönem MHP'ye gönderdikleri mektupta, "siz Türk milliyetçileriyle aynı kaygıları paylaşıyoruz " denilmişti. Af yasasını çıkartın hemen gelip "demokratik devletimizin" ulusal ve küresel çıkarlarına çalışalım açıklamaları, periyodik aralıklarla yol haritaları çizerek anlatıldı. Sonrasında silahlara elveda kararı, sınır dışına çekilme ve iki teslimiyet grubunu gönderme pratikleri gerçekleşti. İmralı partisi sırasıyla DSP, MHP, ANAP, DYP… En sonu AKP'ye, hep aynı nakaratlarla çözüm adresi misyonu atfetmiştir. Daha yakın dönem öncesinde, Eli kanlı faşist Mehmet Ağar'a De Clerk rolü verip, ova siyasetine kaptırmışlardı kendilerini. Ağar De Clerk'sa, İmralı sakini de Mandela idi. O sebeple faşist Ağar'ın çıkışı desteklenmeliydi. İlginçtir; sömürgeci devletin maaşlı savunucuları, mit, tescilli faşistler, darbeci generaller İmralı'dan yapılan övgülere mahzar olurken, "değerler dizisi" hengâmesi altında kafa karışıklığı yaşamasına rağmen, yurtseverlik duygularını koruyan halk güçleri aynı ilgiye ve takdire layık olamıyor. Ve bu çarkın eklentisi olmayı sürdürdükçe de emeklerinin ziyan olması kaçınılmaz karşılık olacaktır.
Sefere çıkan A. Gül, " hem bölge halkına, hem çatışmalarda yıpranan güvenlik kuvvetlerine moral vermek için" gittiğini söyledi. Bu iki farklı dengeyi gözeterek yapıldığı iddia edilen sefer aldatmacadan ibarettir. TC egemenleri, Kürdistan seferlerinde demagojik kavramlarla bölge halkını ne de çok düşündükleri yanılsamasını yaratmaya çalışır, aba altından da sopa göstermeyi elden bırakmazlar. Gerçekleştiren seferlerin hemen sonrası da özel savaş uygulamalarında artış gözlemlenir. Kürdistan koşullarında hem sömürge ordusuna, hem halka moral verildiği yalan'dır. Hele bir de sefere gelen sömürgeci sistemin has uşağıysa bu söylemin inandırıcı bir yanı katiyen yoktur. Sahte iyimserlik havaları ve demagojik söylemler kimseyi yanıltmamalıdır. Sömürgeci devlet güçleri ve onun yörüngesindeki çevreler, Kürdistan halkına düşmanlık temelinde ortak hareket etmektedir. Hemen hepsi; tek devlet, tek bayrak, tek ulus çizgisindedirler.1990'lı yılların başından, günümüze "kimler geldi kimler geçti" dedirten seferlere şahit olmaktayız. Kürdistan özgürlük mücadelesinin, halkın militan sahiplenmesiyle çıkışa geçtiği süreçlerde, devlet erkânından ifade edilen konjonktürel mesajlarla karşılaşıldı. Ancak, bir iki açıklamayla sınırlı bu mesajların arkası gelmemiştir. Çünkü Türk egemenlerin, Kürdistan ulusal sorununa bakış açıları bazı nüans farklılığı olsa da, imha ve inkâr etme temelinde şekillenmektedir. Hala yeterince ders çıkartmayanların geçmişte söylenmiş ve pratik bir değer ifade etmeyen demagojilere yaptıkları vurgular yaşadıkları açmazın sonucudur, düzenle bütünleşme arayışının artık demode olmuş tezahürüdür. Hatırlatmak gerekirse ilk önceleri Özal'ın; " Federasyonu tartışabiliriz" sözleri, sonrasında Demirel'in; " Kürt realitesi tanıma", Çiller'in; "BASK modeli" düşüncesi, Mesut Yılmaz'ın; "AB'nin yolunun Diyarbakır'dan geçmesi" fikri, Tayyip'in; " geçmişte hata yapmış olabiliriz"vs vs açıklamaları olmuştu. İsimlerini alt alta koyduğumuz yeminli sistem uşaklarının bu söylemlerinde samimi olmadıkları, olamayacakları tarihin her defasında doğruladığı bir gerçektir. A. Gül de, bu koronun sahne sırası gelmiş solistidir.
A. Gül, Dört gün süren seferinde sırasıyla Van, Hakkâri, Şırnak, Siirt ve Diyarbakır'ı gezdi. Askeri kışlaları denetlemiş, ramazan dolayısıyla asker'le birlikte iftar açmış, askerlere moral vermeyi önceliğine almıştı. Sivil toplum örgütü adını taşıyan bazı çevrelerle de ilgilenip sorun dinlemiş, halka umut aşılamıştır. Burjuva medya kuruluşları "seferi" benzer biçimde abartarak genel hatlarıyla böyle yansıttı. A. Gül sefer boyunca "farklılıklarımız zenginliğimizdir" türünden konuşmalar yaptı. Pekiyi de, yapmış olması sorun karşısında duruşunu itibariyle neyi değiştirir ki? Yüzeysel, neyin farklılığı konusunda net olmayan, içi boşaltışmış kavramlara itibar etmemek gerekir.AKP'nin Kürt illerinde din olgusunu kullanma pratiğiyle, A. Gül'ün ramazan seferi aynı yola çıkmaktadır.Din bezirgânlığı yapan AKP, halkımızın ulusal duyarlılığı bastırma doğrultusunda çok yönlü saldırı hazırlığı ve pratiği içersindedir.Dinsel görüntü altında inanç sömürüsü yapan AKP ve A. Gül'ü teşhir etmek ve neotürkist kimliklerini tüm yönleriyle aydınlatmak önemlidir.Anayasasında kendini "Laik" olarak tanımlayan TC devleti, Kürdistan özgürlük mücadelesi karşısında Din tüccarlığına soyunarak "kardeşlik" hikâyeleri anlatmaktadır.Ülkemizin dağına-taşına kuran ayetleri atan, Hizbullah adıyla kontra örgütlenme kurup halka saldıran, tarikat ilişkilerinin güçlenmesi adına nerdeyse her sokağa mescit açan-açtırtan sömürgeci devletin kendisidir.Türkiye burjuva siyasetinde, düzen içi taraflar arasında gerilim nedeni halini alan dinsel eğilimler, Kürdistan da özellikle teşvik edilmektedir.Türkiye'de, "şeriat geliyor" yaygaraları koparan Kemalist, ordu yardakçısı kesimler bile, 22 Temmuz seçimlerinde AKP'nin Kürt illerinde aldığı oylara sevinmiş, bu durumu "bölge halkının birlik ve beraberliğe duyduğu özlem" olarak alkışlamışlardır. Yukarıda değindiğimiz gibi, konu Kürt ulusal dinamiklerinin ezilmesi ve işbirlikçi güçler eliyle inkârcı temelde düzene bağlanması olunca, sömürgeciler kendi aralarındaki sorunları geri plana atabiliyor, konsensüse vararak sömürgeci saldırganlığı birlikte geliştiriyorlar. TC devletine yedeklenmiş dinci gericilikle mücadelede bugün ülke koşullarında ertelenemez bir görevdir. Pragmatik ve fırsatçı yaklaşım sahiplerinin dinsel gericilikle mücadeleyi tali gören, önemasmez tavrı ve pratiği de sorgulanmalıdır.
A.Gül, sefer boyunca Kürt kelimesini ağzına almamaya özen gösterdi. Tayyip bile, "Kürt sorunu" lafzını bir kerelik olsa da kullanmışken yol arkadaşı ağzına almamıştır. Gerçi ad koyması neyi değiştirirdi ki? Kürt derler, akabinde de, "Türk-Kürt ayrılmaz bütündür, as olan milli birliğimizdir" safsatalarıyla inkârcılıklarını devam ettirirler. A. Gül gittiği illerde şu nakaratları vurgulamıştır;" Bizler birliğimizi, dirliğimizi, aramızdaki kardeşlik duygularını pekiştirdikçe her şey çok güzel olacak. Devletimizin bütün imkânları sizin hizmetinizdedir. Yeter ki hepimiz huzurlu, kardeşlik duyguları içinde birbirimizi sevelim, kucaklayalım. Devletimize, milletimize sahip çıkalım. O zaman göreceksiniz ki, yılların ihmali de en kısa sürede bitecek, hizmetler ayağınıza kadar gelecektir. Hep birlikte devletimizi, milletimizi yücelteceğiz." Kürdistan halkı bu demagoji ve hikâye anlatıcılığını çok duymuş, resmi söylemlerin değersizliğini somut yaşamında en acı deneyimlerle bilince çıkartmıştır."Kardeşlik, beraberlik, huzurlu yaşam" klişesiyle, Kürt halkına ulusal davandan ve özgürlük talep etmekten vazgeçmezsen mevcut politikalarımız aynen sürecek demektedir. İnkârcı olun, devlete boyun eğin, Türk'ten çok Türkçü kesilin işte o zaman hizmet ayağınıza gelir mesajı vermiştir. A. Gül, "devlete ve millete bağlılık" şartı koşuyor. Konuşmalarında ki satır aralarına sıkıştırılan koşul ve şartlarla, hem devlet adamlığını kimliğiyle resmi ideoloji ve sömürgeci çizgiye bağlılığını yansıtıyor, hem de ikiyüzlüce, klasik tekerlemelerle, ya devlete köleliği kabul edersiniz ya da olmazsa baskıya- zulme ve katliama maruz kalmayı sürdürürsünüz demektedir. Devletin, Kürdistan da hizmetlerinin neler olduğu biliniyor. Halkımız, sömürgeci devlet terörünün saldırıları altında varlığını korumaya çalışmakta, imha-inkâr ve asimilasyon çarkına karşı, dün olduğu gibi bugün ve yarında ulusal aidiyetine, kültür ve değerlerine sahip çıkmayı kararlılıkla devam edecek-etmelidir de. Sömürgecilikten kurtuluş ve ulusal bağımsızlık devrimi için örgütlü mücadeleye katılmak esaretimizi parçalamamızın tek yoludur.
Toparlarken son olarak değerlendirmemizi bizden bir alıntıyla bitirelim;"Açık ki, Kürdistan sorunu, bir ulusal kurtuluş devrimi sorunudur!
Reformist ve liberal, teslimiyetçi ve işbirlikçi anlayışların Kürdistan sorununun çözümüne katabileceği hiçbir şey yoktur.
Kürdistan sorunu, özünde, aynı zamanda bir emekçiler sorunudur!
Egemen sınıfların bir Kürdistan sorunu yoktur.
Kürdistan sorunu, aynı zamanda işçi sınıfının öncülüğünde geliştirilmesi gereken bir ulusal kurtuluş devrimidir. Emekçilere dayanan ve işçi sınıfının öncülüğündeki ulusal kurtuluş devrimi, Kürdistan özgürlük ve bağımsızlık sorununun çözümünün biricik yoludur.
Emekçilerin dışındaki sınıfların Kürdistan sorununu çözme güçleri, yetenekleri, olanakları yoktur; sınıfsal konumları ve düzenle olan sıkı ilişkileri bu konumlarını belirlemektedir.
Emekçi damgalı Kürdistan ulusal kurtuluş devrimi, kendini ulusal sınırların dışına taşıdığı ölçüde, öncelikle Türkiye devrimi ile devrimci bir dalgada buluşturduğu, bunun stratejik anlayışını ve araçlarını oluşturduğu ve bunların geliştirilmesine önayak olduğu ölçüde başarı merdivenlerini tırmanacaktır."
( KUKM'yi Toparlama ve yeniden inşa Bildirgesi)