Üniversite gençliğini abluka içine alan ve gençliğe yönelik her türlü sistematik saldırı politikalarını yürüten sömürgeci-burjuva sistemin, üniversitelerde meşru bir kurum olarak göstererek öğretim kurumlarının başına musallat ettiği YÖK'ü sınıfsal-sosyal mücadele tarihinde yaşanan olağanüstü süreçlerden bağımsız değerlendiremeyiz. Salt akademik değil politik nedenlerini sorgulamakla YÖK ile birlikte günümüze kadar üniversite gençliğinin sorunlarına daha gerçekçi ve geniş bir bakış ile yaklaşmış olunacaktır.
Dünya genelinde birçok ülkede yükselen işçi sınıfı hareketleri ve bazı ülkelerde emperyalizme ve sömürüye karşı sömürge halkların direnişleri, Türkiye ve Kuzey Kürdistan proleter sınıfının ve sistemi hedefine alan ulusal özgürlük hareketlerinin de önünü açmıştı. Gün geçtikçe halkın bu haklı savaşı birçok alana yayılmış üniversitelerde, fabrikalarda, ülkemiz Kürdistan da ve daha birçok alanda feodal-kompradorlara ve burjuvaziye meydan boş bırakılmamış, kısacası düzenin yaşamsal alanlarına büyük bir etkide bulunmuştur. Ancak Türkiye'deki kapitalist sistem uşakları, işçi ve emekçilerin yükselen bu direnişleri karşısında her türlü zorbalık aracıyla barbarlık ve vahşeti uygulamaktan geri kalmamıştır.
12 Eylül 1980 tarihi Türkiye açısından burjuvazinin ve uşaklarının, Türkiye ve Kürdistan devrimcilerine başlatmış olduğu karşı-devrimci savaşın, dizginsiz devlet terörünün tarihi olmuştur. Kitlelere kendi haklarını dile getirebilecekleri ve en basit demokratik talebine bile askeri darbe ve kurallar ile cevap vermek için 12 Eylül 1980 de Ordu iktidarı ele geçirdi. Böylelikle çok rahat bir şekilde her türlü sistemin silahlarını devrimci dinamiklere karşı yöneltmiştir. Bu hem fiziki hem de etkileri günümüze kadar süren ve kitlelere her gün 12 Eylül'ü yaşatan tarzda olmuştur.
Darbenin kendini baştan beri hissettiren havasının olmasına karşın sol gruplar faşist darbeye hazırlıksız yakalanmıştır ve çoğu 12 Eylül darbesinden bugüne kadar gelen sistemin şiddet ve baskısı karşısında ideolojik ve politik duruşunda kararlı bir duruş sergilemediği için reformizme olmuştur. Solun bu bilinçlerdeki yenilgiyi atamamış olması sistemi her yönüyle daha da ivmelendirmiştir.
12 Eylül askeri darbesi sol devrimci grupların zihinlerine vurulmuş ve yenilgiyle sonuçlanmış bir kara lekedir. Öyle ki bu leke günümüze kadar korku ile beslendirilmiştir. Kurumların birçoğu askerileştirilmiş ve sistem politikasına yedeklenmiştir. Daha öncesinde denenen ama devrimci muhalefetle ertelenen YÖK, 12 Eylül darbecileri tarafından yeniden yasalaştırılmıştır.12 Eylül yasaları ve kurumları bir bütün olarak darbeci zihniyetin rengini verdiği halklar düşmanlığının yansımalarıdır. YÖK de bu kurumlardan sadece birisidir. Amaç eğitim görülen yerlerde askeri disiplinle sistemin istediği insan tipini yaratmaktır.
Ve ilk adım olarak üniversitelerdeki sisteme muhalif gözüken tüm akademik kadrolar atılmış yerlerine general tipli, sistem uşaklığını yapan tipler yerleştirilmiştir. Ayrıca üniversite gençliği yoğun bir ders müfredatlarına tabi tutmuş ders alanı dışındaki sosyal faaliyetlerden mahrum bırakılmıştır. YÖK'ün üniversitelerdeki zorbalık ve denetim ayağını oluşturmak için ise özel güvenlik birimleri kurulmuştur. Üniversiteli gençliğin halktan etkilenmesini önlemek için ise üniversiteleri daha çok şehirden uzak yerler yaptırmışlardır. Tabii ki gençliği bu kadar sıkboğaz etmemek için onlara etkilenmesi için alanlarda yaratmıştır. Örneğin kampusların hemen dışında gençliği kendine çekmeye çalışan ve onları kendi içlerinde her yönüyle sindirmeye çalışan tarikatlara izin verilmiş bire bir gençlik din soytarılığının çeperine doğru sürülmüştür.
Ayrıca, ırkçı-faşist kimliklere sahip kurumlar üniversite çevresinde konumlanmasına izin verilmiş hatta bire bir de desteklenmiştir.2008'e doğru yaklaşmışken geriye dönüp bakıldığında yoksulluğun alıp başını gittiğini, zenginin gitgide zenginleştiği ve kapitalist sistemin kendini artı-değer sömürüsü üzerinden varlığını sürdürmeye devam ettirdiği bu dönemde burjuva yaşam tarzı, basın ve medya aracılığı ile zihinlere enjekte edilmiş durumdadır. Ve gençliğin üniversitelerdeki mevcut bu eğitim sistemini, burjuva yaşam tarzını diğer bir ifadeyle yobaz ya da çürümüş kültürü yaşam alanı olarak görmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bu sorunları görüp üniversite içerisinde bir şeyler yapmaya çalışan örgütlü sol gruplar da 12 Eylül 1980'den beri zihinlerde beslenilen korkudan dolayı basit eylemliklerden öte bir şey yapamamakta, kapitalist sistemin kitlelere yönelik pasifize etme, korkutma politikalarına karşılık sisteme alternatif olamamakta ve gitgide sönümlenmektedir. Çoğu sadece üniversite yaşamı boyunca örgütlü kalabilmekte, üniversite yaşamı bitince ise sistemin akışına kapılıp gitmektedir.
Tüm bu faktörler gençliği sürü psikolojisine alıştırmaktan öte bir şey değildir. Araştırmayan, sorgulamayan toplumun gerçekliğine yabancı düşmüş, asgari demokratik bilinç bile taşımasına izin verilmeyen bir gençlik maalesef ezilmeye ve yozlaşmaya ve de çoban bulmaya mecburdur. Böyle bir gençlik çoban(lar) aracılığıyla sistemin her türlü çıkarı için kullanılmaya hazır demektir. Bu günlerde sistemin faşizan ve ırkçı zihniyetli her türlü eylemliklerde üniversiteli gençliği kullanması olağandışı değildir.
Gençliği bu durumdan ancak tarihsel koşullar içersinde yaşanmış, yaşanan hatalar ve yenilgilerden ders çıkarmış ve geleceği kazanma iddiası taşıyan ideolojik ve politik sağlamlığı ayrıca yaşamsal duruşlarıyla öncülük yapabilecek, Devrimci Sosyalizm ideolojisini kendine kılavuz eden ve sisteme karşı gençliği örgütlü mücadelenin içinde konumlandıracak devrimci hareket sağlayacaktır. Gençliği, kendi duruşuna ters düşmeyen ancak sistemin istedikleriyle birebir zıt alternatif yaşam alanları yaratması kurtaracaktır.