Hem sağdaki hem de soldaki Birinci Dünya akademisyenleri, genellikle Latin Amerika'nın farklı sosyo-politik görünümlerine dair analiz ve tahminler, eleştiriler ve savunmalar saçarlar. Bunlardan kendilerini solda hizalayanlar arasında, solun ve toplumsal hareketlerin ne yapması gerektiğine gelince fazlasıyla basitleştirme ve doğru tarif var.
Birinci Dünya akademisyenleri arasında, rüzgarın soldan yana döndüğü inancı etrafında sözde ortak bir zemin oluştu. Belki de, Irak'ta savaşa karşı muhalefet için sokağa çıkan bir tanesi gibi, zamanının güçlü hareketlerinin şu anda bir kargaşa ve atalet durumunda kıvrandığı kendi ülkelerinde yaşamakta oldukları daha az çekici durumun telafisi olarak; kıtamızın bugün bir tür alternatifler laboratuarı olduğu öne sürülmektedir, ki [bu] heyecan ve umut yüklü birkaç fikirden fazlasıdır.
Hiçbir şekilde konuyu ayrıntıyla inceleme iddiasında bulunmadan, az sayıda akademisyenin (ABD'li yazarlar Noam Chomsky ve James Petras, Fransız Alain Touraine yakın ve İmparatorluk kitabının yazarları Michael Hardt ve Toni Negri) zamanda yazılmış makalelerine kısaca bir göz atmak, hem Latin Amerika'yı etkileyen güçlükleri hem de Birinci Dünya'nın iç problemlerinin uzak gerçekliklerini yok sayan basitleştirilmiş bir çözümlemenin hakimiyetini göstermek açısından yeterlidir.
Karmaşığı basite indirgemek
Petras, yakın zamanda yayınlanan "Latin Amerika: Dört İktidar Bloğu" makalesinde, örgütsel düzeyde kıtanın "radikal sol"unun Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri'ne (Fuerzas Armadas Revolucionarios de Colombia ya da FARC) indirgenebileceğini savunuyor. Venezüella ve El Alto'nun (Bolivya) kır ve kent hareketlerini de Ekvador, Meksika, Peru ve Arjantin'deki toplumsal hareketlerin ve Brezilya'nın Topraksız İşçiler Hareketi'nin bazı kesimleri ile birlikte bu aynı bloğa ("radikal sol") dahil ediyor. Petras'ın "pragmatist sol" diye adlandırdığı ikinci blok ise, içinde Orta ve Güney Amerika'nın büyük sol partileri, Brezilya'nın Topraksız İşçiler Hareketi'nin liderliği, Arjantin'in CTA sendika merkez yönetimi, Meksika'nın PRD'si (Demokratik Devrim Partisi) ve Bolivya'nın MAS'ı (Sosyalizme Doğru Hareket) ile birlikte Hugo Chavez, Evo Morales ve Fidel Castro'yu öne çıkardığı kesime denk düşüyor. Yazar onları pragmatik kabul ediyor, çünkü "onlar ne kapitalizmin kamulaştırılmasına ne borçların iptaline çağırıyor; ne de Birleşik Devletler'le ilişkilerin koparılmasını düşünüyorlar."
Petras'ın, örneğin, Küba Başkanı ile kıtadaki en ılımlı sol partilerden bir olan Meksika'nın PRD'sini aynı kefeye koyması şaşırtıcıdır. Dahası, yazar Chavez'in Birleşik Devletler'in "işbirliği yapabileceği" bir pragmatik radikal olduğuna inanmakta ve Küba'nın "[Kolombiya'nın Başkanı] Uribe'ye bir diplomasi eli uzatması, FARC'ın devrimci solculuğunu kabul etmemesi ve Lula da Silva, Nestor Kirchner ve Tabare Vasquez gibi neoliberalleri açıktan desteklemesi" dikkate alındığında, artık eskiden olduğu gibi radikal olmadığını savunuyor. Petras bu üç lideri (Lula, Kirchner ve Vasquez'i), kendisi yazar tarafından ismen anılmasa da Ekvador Başkanı Rafael Correa ile birlikte "pragmatik neoliberaller" bloğuna yerleştiriyor. Petras Şili, Meksika ve Kolombiya Başkanlarını da (Michelle Bachelet, Felipe Calderon ve Alvaro Uribe) "neoliberal doktrinerler" dediği dördüncü bloğa koyuyor; çünkü "onlar Washington ne emrederse kayıtsız şartsız yerine getiriyorlar."
Nuevo Sociedad gazetesinde yayınlanan "Bachelet ve Evo Morales Arasında: Latin Amerika'da bir sol var mı?" başlıklı bir makalede, Touraine daha haris bir yorumda bulunuyor. Ama rahatsız edici bir ifadeyle başlıyor:
"Latin Amerika'da sol ve sağ yollarını kaybediyorlar." Bu ifadeyi bir yana bırakarak, yazar kıtanın yüz yüze olduğu meydan okumanın, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde ilke olduğu üzere "toplumsal mücadeleleri kurumsal ve demokratik bir çereçeve içine yerleştirmek"te yattığını savunuyor. Touraine bir başka şaşırtıcı ifadeyle devam ediyor: "Latin Amerika bugün, toplumsal sorunlarına çözüm bulmada 30 yıl önce yaptığına göre daha uzak görünmektedir."
Touraine'a göre solun temel problemi, toplumsal hareketlerle siyasi partiler arasında bir "bağ" kurulmamış olmasıdır; ki bu bağ, Touraine'ın "toplumsal"ın kurumsallaşması özlemine kavuşmanın anahtarıdır. Zapatizm'den Lula'ya uzanan geniş yelpazeyi bir kalemde yok sayıyor. Yazar Zapatizm'e ilişkin olarak, "Zapatista isyanıyla doğan umut yok oldu" diyor. Ayrıca kendisinin, "hem politik hem de toplumsal olan bir değişime kalkışmayı reddettiği" için Lula tarafından hayak kırıklığına uğratıldığını söylüyor. Sonuç basit: "Bu bizi, bütün kıta çapında sol diye anılabilecek şeyin çözümlerinin kökten bir başarısızlığını tartışmak zorunda bırakıyor."
Petras'ın, zorunluluktan, girift sosyo-politik sol örgüsünü kararsız görünümlü dört kategoride sınıflandırmada ısrar etmesi gibi, Tourain da, herkesin Avrupalı bir yol tutmak zorunda olduğunu varsaydığı gerçeğine rağmen, kıtamızdan kendisine göre oldukça tutarlı bir realite çıkarıyor. Ne var ki bu, urbi et orbi (‘kente ve dünyaya' anlamında Latince deyim) en uygun istikamet gibi görünmemektedir. Bu tutumların sorunları art arda gelmektedir. Latin Amerika'da her şey sivil toplumun bu tarz politik kurumların önüne geçtiğini işaret eder görünürken, her iki analist de politik taraftar/politik partinin merkezi önemine mi inanmaktadır? Emperyalizmle ilişki ve dış borç karşısındaki tutum, hareketlerin dolambaçlı seyrini anlamanın anahtarı olabilir mi? Yakın tarihte, Touraine'ın savunduğu gibi hareketleri ve partileri birbirine bağlayan "bağ", gerçekte hareketleri partilere tabi kılmanın en iyi yolu olmadı mı?
"Pragmatizm"ini gerekçe göstererek MST ile arasına mesafe koyan Petras'ın, tarım reformunu ilan etmeyeceği bilinse bile Lula'nın galibiyetinin topraksızlar hareketi açısından pozitif bir getirisi olduğunu kabul etmek istemediği görünmektedir. 5 bin kırsal yerleşimdeki iki milyon kişiyi kapsayan bu hareket için, her şey kapitalizmden kopuşa ve borçların ödenmemesine indirgenemez; çünkü, diğer zorunlulukların yanı sıra, her gün üyeleri için asgari miktarda bir gıdayı temin etmek zorundadır. Ve hepsinden önemlisi; sisteme rağmen ve sistem yüzünden, sistem-karşıtı doğası yaşam mücadelesi hariç "kapitalizmin kamulaştırılması çağrısına" izin vermediği için, onu yeniden üretmemeye çalışmaktadır. Bu, yeni çalışma biçimlerinin teşvikini, öz-eğitimi, sağlık teminini ve gündelik yaşamla ilgili bir sürü sorunu içerir. Ve lafla yapılacak şey de azdır. Hepsinden öte, klasik devrimci teorinin kilit bir noktası, bazı hareketlerin, özellikle Chiapas ve Bolivya'nın yerli hareketlerinin, topraksızlar hareketinin ve artan bir biçimde feministler ve diğer sözüm ona "azınlıklar"ın pratikleri tarafından tartışmalı [şüpheli] hale getirilmiştir. Söz konusu [şüpheli] kilit nokta, değişimlerin etrafında gelişmesi gereken bir eksen olarak, eski rejimle bir "kopuş" olması gerekliliğidir: reform-devrim ikili mantığı, uzun süre önce toplumsal süreçlerin doğasını açıklamanın bir yolu olmaktan çıkmıştır.
Avrupa-merkezci Bakış
Touraine, "Latin Amerika ülkelerinin çoğunda eşitsizliğin, kendini, bir bakıma kıtanın Büyük Britanya'nın ve Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa dahil diğerlerinin yaptığını başarmaya yetersiz göründüğü yapısal bir ikiliğe dönüştürdüğünü" savunuyor. "Bir başka deyişle [bu ülkeler], politik demokrasinin ötesine geçen, onu tahrip etmeyen aksine güçlendiren bir şey oluşturamazlar. Yani, yasa ya da toplu sözleşme yoluyla kurulmuş, işçilerin haklarının tanındığı bir sosyal demokrasi oluşturamazlar." Birinci Dünya'yı bir sosyal demokrasi örneği olarak sunmak, iki nedenden dolayı komik görünebilir. Birincisi, her kıta ve her ülke, kendi gerçekliklerine uyması zor olacak modellere başvurmadan, kendi öz kaynaklarına dayandırılabilecek olan şeyi oluşturacaktır. Ve işgücünün üçte ikisinin güvencesiz ve enformel çalışma koşullarında olduğu bir kıtayla ilgili olarak "işçilerin hakları"ndan bahsetmek zor olacaktır.
İkincisi, Fransız toplum bilimci, kendilerine solcu diyen bazıları için önemli olan bazı şeyleri bir kenara bırkamaktadır. Refah devletleri döneminde kurulan Avrupa "sosyal demokrasileri", sermaye ihracı süreçleri, ya da diğer bir deyişle, emperyalizm tarafından ne kadar beslenmiştir? Latin Amerika ülkelerinin çoğunda, her şey, demokrasiye doğru ilk adımın, hangi yol tutulursa tutulsun sömürgelikten çıkış ve açık bir sömürge mirası olan kültürel bağların kesilmesi olması gerektiğine işaret eder görünüyor. Dünyanın bu parçasında bir refah devletinin işleyişini engelleyen aslında Kuzey'deki ülkeler ve onların çokuluslu şirketleri değil miydi? Ve üstünlüğü kaybetme riskine düştükleri her seferinde yerel elitleri destekleyen kimdi?
Tarihin bu anında, Touraines'in çağrı yaptığı ve ilerleme sağlamaktan kesinlikle uzak olan "eşitsizliğe karşı mücadele"nin, bu eşitsizlikten faydalananlardan kopuşu zorunlu kıldığını açıklamak için socular arasında hiç vakit kaybedilmemelidir. Bu ‘faydalananlar', önemli bir kısmı Avrupalı, Fransız ve İspanyol olan büyük Birinci Dünya şirketlerini içermektedir. Kalkınma ve ithal ikamecilik süreci, diğer nedenler arasında, bu şirketlerin ve onları destekleyen hükümetlerin tutumunun bir sonucu olarak çökmüştür. Ve bu, Kuzeyli aydınlar tarafından yok sayılmaması gereken ortak zemindir.
Petras, FARC'ın ve aynı ideolojiyi paylaşan diğerlerinin Latin Amerika devrimin çekirdeği olduğuna inanırken, Touraine da kendi hesabına, "kıtanın politik geleceğinin, Bolivya'nın bir taraftan Chavez'in retoriğinden kurtulurken diğer yandan da bir toplumsal dönüşüm modelini inşa etme ve gerçeğe çevirme şansına bağlı olduğunu savunuyor. Touraine'a göre, eşitsizliğe karşı mücadeleyi demokrasi mücadelesiyle en iyi bağlantılandıracak konumda olan Evo'nun hükümetidir. Ne var ki, bu hükümet, şu anda Bolivya nüfusunun üçte ikisini dışlayan ve Kuzeyli şirketlerin çıkarlarını destekleyen sömürge devletini parçalamaksızın, bunların ikisini ya da herhangi birini gerçekleştirebilecek gibi görünmemektedir. Evo'nun hidrokarbon endüstrisinin etkin bir kamulaştırmsını gerçekleştirmede karşılaştığı olduğu zorluklar; çokuluslular, bu şirketlerin kayıtlı olduğu eyalet hükümetleri ve yerel elitler arasındaki bir üçlü ittifakı ortaya koymaktadır. Bunun üstesinden gelmeksizi, eşitsizliğe karşı mücadeleye kalkışmak düşünülemez görünmektedir.
Eleştirinin Rolü
Kuzeyli solcu akademisyenlerin fikirleri çoğunlukla, Güney'in ihtiyaçları, sorunları ve aciliyetleriyle tam olarak uyuşmayan ajandalar tarif ediyor. Kıtadaki solcu hükümetlere asmpatilerini ifade eden Negri ve Hardt'ın durumu, bunun örneğidir. Üstelik, bunu bölgeye göre oldukça uzak bir pozisyondan yapıyorlar. Hardt, BRECHA'ya verdiği bir mülakatta, bu hükümetlerin önemi, "bu ülkelerin ittifaklarının, imparatorluğun iç ilişkilerinde, onları yok etmese de yeni bir güç ilişkisi elde edecek değişimleri kışkırtabilecek olmasıdır" tezini savunuyor. Kısacası onlar, George W. Bush'u frenlemeleri ve çoğu analistin savunduğu çok taraflılığı güçlendirmeleri bağlamında önemliler. Bu, insanlığın selameti ve hatta Latin Amerika halkları açısından çok olumlu olsa gerek. Ama gerçeklik çok daha karmaşık: İnsanlar, on yıllarını imparatorluğun çelişkilerini çözmek için mücadele ederek geçirmediler; sonuç gerçekte bu şekilde olabilse bile.
Chomsky kadar ölçülü ve makul biri bile, sık sık gerçekliği siyah-beyaz tanımlama [hatasına] düşüyor. "Latin Amerika bağımsızlığını ilan ediyor" makalesinde, "Bölgenin Venezüella'dan Arjantin'e, son birkaç yüzyılın dışsal tahakkümünün mirasını alaşağı etmek için ayağa kalktığı" gerçeğini selamlıyor. Buna dayanarak, "Latin Amerika'da uygulanmakta olan yeni programların, kökü İspanyol fetihlerinde olan ve Latin Amerikalı elitlerle emperyal güçler arasındaki ilişkiyle karakterize olan modelleri geri çevirmekte olduğu" sonucunu çıkarıyor. Bu iddia, görünür bir gerçekten çok imparatorluğun yenildiğini görme isteğini yansıtıyor.
Ignacio Ramonet'in editörlüğünü yürüttüğü Le Monde Diplomatique gibi güvenilir ve makul bir yayın bile, Venezüella'daki gibi değişim süreçlerini sık sık övmektedir. Ramonet'in Chavez hükümetine ve Küba devrimine yönelik desteği Birinci Dünya'nın aydınları tarafında sağlıklı bir bağlantı kurmaktadır. Ne var ki, bu konumlanış, çoğu zaman eleştirileri atlamak ya da Venezüella başkanı tarafından başlatılan "21. yüzyıl sosyalizmi" ile ilgili tartışmanın açığa çıkardıkları gibi olumsuz durumları yok saymakla ortaya konmaktadır. Bu konuda, "eski kıtada" gerçekleştirilen yoğun çalışmalar ve "reel sosyalizm" deneyimi temelinde, gerekli ve acil tartışmayı gerçekleştirmede daha iyi bir konumda olan kesin olarak Avrupalı akademisyenlerdir.
Avrupalı ve ABD'li akademisyenlerin, Latin Amerika'daki politik, toplumsal, akademik ve kültürel sol camia açısından, eskiden ve şimdi, inkar edilemez ilham kaynakları olduğu doğrudur. Ama bugün bu kıta kendi analiz ve teşhisini yapabilecek kapasiteye sahiptir ve hatta, büyüyen bir "epistemolojik özerklik" gelişiyorsa bile, çoğunlukla Kuzey çıkışlı çalışmalarca desteklenmeyen çözümler çözümler öne sürebilir. Kültürler-arası ilişkiler, burada olduğu gibi, güç bela üstesinden gelmeye başladığımız bir meydan okumadır. Ve, Petras ve Touraine'ınkiler gibi basitleştirici analizlerin en olumsuz etkilerinden biri de, ne bir tartışmanın geliştirilmesine katkıda bulunan ne de meseleyi toplumsal değişimle ilgili tüm farklı fikirlere açan bir dizi kesinliği, takipçileri arasında teşvik etmeleridir.
Mayıs 2007
[Raul Zibechi, haftalık Brecha de Motevideo gazetesinin yayın kurulu üyesi ve Multiversidad Franciscana de America Latina'da (Uruguay) toplumsal hareketler araştırmacısı ve öğretim elemanıdır. Ayrıca çeşitli sosyal gruplara danışmanlık yağmaktadır. IRC Americas Program'ın (www.americaspolicy.org) çalışma ortaklarındandır.]
[americas.irc-online.org adresindeki İngilizce'sinden Latinbilgi (Sendika.Org) tarafından çevrilmiştir]
www.sendika.org sitesinden alınmıştır.