0 0
Read Time:8 Minute, 17 Second

12 EYLÜL

A. AGİRİ

12 Eylül Askeri faşist darbesinin üzerinden on yıllar geçti, bu süreçle birlikte darbe ile ilgili hemen hemen her şey söylendi, her yıl ele alınıp çeşitli yönleriyle değerlendirildi. Darbenin yarattığı tarihsel toplumsal tahribatların muhasebesi yapılarak dökümü çıkarılıp bilgi ve belge haline getirilmeye çalışıldı. Faşist darbeye karşı devrimci duruş olumlu ve olumsuz yanlarıyla sorgulandı. İşin ilginç ve önemli yani bu sorgulamanın halen devam etmiş olmasıdır. Bununla ilgili ayrışma ve netleşmenin bir bütün olarak sağlanmış olmamasıdır.

Kuskusuz 12 Eylül askeri faşist darbesi Türkiye ve Kürdistan’da gelişmekte olan devrim ihtimaline karsı yapılan bir karşı devrim hareketidir. Devrim, ulusal kurtuluş ve sosyalizm iddiası taşıyan her kesim bu konuda hemfikirdir. Darbecilerin esas yöneldiği kesim de bu iddia sahipleridir. Darbeciler ulusal kurtuluş, devrim, demokrasi ve sosyalizm iddiası taşıyan bütün kesimleri imha etmeyi amaçlamıştı. Darbeci generaller iktidara gelir gelmez bu yönlü amaç ve hedeflerini net bir biçimde şöyle açıkladılar;

Gelişmekte olan Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi bütünüyle ezilecek ulusal imha bu kez nihai olarak gerçekleşecektir.

Türkiye devrimci demokratik ve sosyalist hareket ezilecek, bu anlandaki toplumsal muhalefet dağıtılacak ve yeniden toparlanmaması için gerekli politikalar yürürlüğe konulacaktır.

Bütün bunları başarmak için de devlet yeniden yapılandırılacak, resmi ideoloji yeniden canlandırılacak, buna uygun politikalar yürürlüğe konularak, 12 Eylül faşizmi kurumlaştırılıp süreklileştirilecektir.

Denilebilinir ki bu belirtilen amaç ve hedeflerine ulaşmak için kelimelerle ifade edilemeyecek insanlık dışı her turlu faşist uygulama ve yönteme başvuruldu ve bunlar süreklileştirdi. Bu uygulamalardan ilk akla gelenlerden biri de Diyarbakır vahşetidir. Faşist generaller bu uygulamalarla bir an evvel sonuç almak istiyorlardı. Her türlü direnişi bastırmak stratejik bir hedefti. Bu konuda örgütlüydüler. Yine darbeciler amaç ve hedeflerine ulaşmada ses getirebilecek direnişlerle karşılaşmadı. Ama bu hiç dilenilmedi ya da darbe amacına ulaştı anlamına gelmez. Önemli sayılabilecek kahramanlık örnekleri sergilendi, ama darbeye o anda boşa çıkaracak toplumsal bir dinamiğe dönüşmedi. Çünkü devrimcilerin bu anlamda halka dayalı bir karşı duruşu örgütleyemediği ortadadır. Ufkunun darlığı ve iktidar perspektifinden yoksunluk devrimcilerin bu duruma gelmelerinin nedenlerindendir.

12 Eylül, devrim ve sosyalizm düşüncesine karşı çok etkili bir ideolojik saldırı gerçekleştirdi. Kısacası ideolojik ve yaşam alanlarında geliştirilen politikalar çok etkili oldu. Sağ ve düzen içi eğilimlerin kurumlaşmalarında bu politikalar çok önemli bir etkide bulundu.

Bütün bunlar yapılırken 12 Eylül darbesinin kökünden kazımak istediği esas dinamik Kürdistan Ulusal Mücadelesi idi. Ancak 12 Eylülle birlikte dağılma ve yok olma sureci dışında kalan tek örgüt KUKM olmuştur. Bununla da kalmayıp 12 Eylülden sonraki yaklaşık 20 yıla damgasını vurmuştur. Generallerin uygulamaya koyduğu 12 Eylül hukukunun günümüze kadar devam etmesinde en büyük nedeni KUKM’dir. Günümüze uzanan 12 Eylül hukuk sisteminde Kürtlere yönelik savaşta bu adaletsizlikten etkilenen, öldürülen, faili meçhulle öldürülen, işkence gören, cezaevlerine konulan, sakat kalan, insanların sayısı resmi rakamların çok üstündedir.

Kısacası 12 Eylül darbecilerinin inşa ettiği her alandaki hukuksuzluk sistemi, esas yönelmek istediği dinamiklerin -ki basta KUKM – güçlenmesi ve büyümesi üzerinde hala etkisini sürdürmektedir.

12 Eylülde sol gruplar her ne kadar dağılma surecine girmişlerse de zindanlardaki direnişler küçümsenmeyecek düzeydedir. Devrimci ahlak ve ölümüne direnişler bugün ve sonraki kuşaklara aktarılmaya değerdir. Ancak devrimcileri geriletmede en büyük pay sahibi düzen içi eğilimler ve onların legalizmidir. Globalleşme, reel sosyalizmin çöküşü gelinen nokta sol grupların düzen içine kaymasında etkili olmuş, beraberinde bugünkü düzeye çekmiştir.

12 Eylül askeri hareketinin başarısının bir nedeni, devrimci örgütlerin siyasi cesaret ve kararsızlıklarından kaynaklanmıştır. 12 Eylül, Toplumsal muhalefetin bastırılması ve toplumun apolitize edilmesi, gelişen KUKM sinin önünün kesilmesi, devletin uluslararası emperyalist hiyerarşideki konumuna uygun olarak yeniden restore edilmesi çabalarını özellikle devrimci grupların yok denecek kadar az muhalefeti ile kolayca hayata geçirmiştir. 1984 15 Ağustos atılımına kadar Kürdistan’da da kısmi bir başarı sağlayan askeri darbe, bu tarihten sonra Kürdistan’da ipleri elinden kaçırmış ve bütün çabasına rağmen PKK önderliğinde suren KUKM’sinin yükselmesini engelleyememiştir.

Peki, ne oldu da darbe öncesi gerek kadro gerekse kitle desteği açısından çok güçlü olan Türkiyeli ve Kürdistanlı sol siyasetler darbeye karşı sistemli bir direniş geliştirememiş, çoğu, örgütleri tasfiye etmiş ya da Avrupa’ya sığınarak mülteci örgütler konumuna düşmüşlerdir?

12 Eylül öncesi siyasetlerin yükselen mücadele çizgisine ve kitle üzerindeki geniş siyasi etkisine bakarak, bu durumu 12 Eylülün başarısından çok devrimci saflardaki başarısızlıkla açıklamak en doğru tutum olacaktır. Devrimci örgütler ellerindeki geniş imkanlar ve kitleler üzerindeki asmpatisine, hatta devrim davasına ölümüne bağlı kadrolarına rağmen 12 Eylül askeri darbesine karşı direnmemişlerdir. Hatta darbeyi önceden bilmelerine ve ayrıntılı tartışmalara rağmen bu konuda ciddi bir hazırlık yapılmamış, direniş yerine geri dönüş tarihi belirsiz bir kaçışa gidilmiştir. Bu durumun temel sebebi devrimci örgütlerin darbeye karşı direnişin bir devrim ve iç savaş ihtimaline sıçrayacağı korkusu ve bu durumun sorumluluğunu alamamalarıdır. Eğer siyasi bir cesaret gösterilip sistemli bir direniş gösterilse, bu durumun kısa bir surede iç savaşa dönüşme potansiyeli özellikle iyi bilinmekteydi. İç savaştan devrimcilerin çekinmesi anlaşılır bir durum değildir.

12 Eylülden sonra (PKK ve küçük istisnalar hariç) bir bütün olarak tasfiye, teslimiyet ve kaçışa yönelen devrimci örgütlerin kitleler ve kadrolar üzerinde tahribatı çok boyutlu olmuş ve hatta günümüze kadar da etkileri devam etmiştir. Kaybedilen bir güvenin yeniden kazanılmasının zorluğu düşünüldüğünde o dönemki devrimci örgütlerin bizlere bıraktığı miras genel anlamıyla olumsuz olmuştur. Metris ve Diyarbakır cezaevlerindeki şanlı direniş ve PKK önderliğinde yapılan 84 15 Agustus atilimi bu olumsuz mirastan kurtulma çabalarının mihenk taşı olmuştur. Buna rağmen 12 Eylül ve öncesinde yaşanan sureci doğruları ve yanlışları ile ayırarak doğrularını sahiplenen bir tavır alabilmemiz önem taşımaktadır. Toptancı kabulleniş ve reddedişin sağlıksız sonuçlarına düşmemek önemlidir, zira yaşanan genel anlamıyla olumsuzluk da olsa devrimci hareketin tarihidir ve doğru kopuş ve sahiplenmelerle bakılması gerekmektedir.

Sol örgütlerin sergilediği 12 Eylül pratiği sonrası vermeleri gereken özeleştiri ve çıkarılması gereken muhasebe genelde ya yapılmamış ya da gerçekler gizlenerek şu anda var olan durumlarına uygun teoriler üretilmeye çalışılmıştır. Genelde muhasebe kısmında 12 Eylül öncesi yaptıkları ve devrimcilerin kitlelerle güvene dayalı sıcak bağlar kurmalarını sağlayan politikalar popülizm diye mahkum edilmiş, devrimin devrimci zorla yapılması düşüncesinin yanlışlığı dile getirilmiştir. Bu yanlış muhasebenin hayat bulduğu eğilim ise "ben yanlış yaptım, 12 Eylülde teslim olduk ve kaçtık" diyebilme cesaretini göstermeyip gelinen durumun teorisini yaparak tarihin ve kitlelerin gözünde sorumsuzluklarının açığa çıkmasını engelleme çabasıdır. Dolayısıyla yaşadıklarına uygun bir teori üretimi yapılarak reformizme, Kemalizm ve düzen içine doğru demokrasi söylemleri arasında hızla koşmuşlardır. Çarpışarak yenilmenin gelecek üretebilecek sağlıklı ortamı yaşanmamış, teslimiyet ve tasfiyenin pratiğinde devrimci gelenek ağır bir yara almıştır.

Bu durum, tıpkı günümüzde TC devletinin siyasi ve askeri olarak yok etmesinin imkansız bir hale geldiği KUKM ve PKK hareketini içerden teslimiyet ve tasfiye ile zayıflatma ve yok etme stratejisine benzemektedir. Gelinen aşamada psikolojik ve toplumsal etkileri bakımından 12 Eylül sonrası ile büyük benzerlikler sergilemektedir. Kitle ve kadrolarda inançsızlık, yılgınlık, devrimci değerlerden uzaklaşma gibi tahribatlar düşmanın yapamayacağı kadar boyutlu olmuştur. Abdullah Öcalan şahsında teslim alınan ve Genel Kurmayın elinde basit bir araca dönüşen İmralı Partisi ve pratiğinin toplumsal sonuçları bunlar olmuştur. Siyasi çizgi olarak da kendilerine düzen içi Kemalist bir retorik belirleyerek yaptıkları teslimiyet ve tasfiye pratiğini manipüle etmeye çalışmışlardır. Bu pratiğinin gelinen noktasında görülmüştür ki, TC devletinin resmi ideolojisi olan Kemalizm eklektik bir sömürgecilik ideolojisidir ve kendi varlığını Kurt ulusunun reddi üzerine kurmuştur. Kürtleri birey olarak kabul edip sınırlı bireysel haklar verme eğilimi bu durumu değiştirmemektedir.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter