Read Time:9 Minute, 29 Second
AB VE KÜRT SORUNU
17 Aralık tarihi yaklaştıkça AB eksenli tartışmalar yoğunlaşıyor. Aynı durum “bizim” Kürt cephesi için de geçerlidir. Bilindiği gibi 17 Aralık, AB Zirvesinin toplanacağı ve Türkiye’ye üyelik görüşmelerinin başlatılmasıyla ilgili tarihin verilip verilmeyeceğinin kararlaştırılacağı tarih… Basına yansıyan bilgilere bakılırsa, AB zirvesi Türkiye’ye üyelik görüşmeleriyle ilgili tarih verecek gibi… Elbette konumuz bu değil, konumuz, TC’nin AB’ye girişi ile demokratikleşme arasında kurulan doğru orantı ve bunun Kürt cephesinin büyük bir çoğunluğunda yarattığı yanılgı ve yanılsamalara işaret etmek, bu kapsamda bazı gerçeklere parmak basmaktır…
Kürt reformist çevreleri, daha önce Türkiye’nin AB’ye girmesiyle demokratikleşeceğini, Kopenhag Kriterlerini yerine getirilmesiyle birlikte Kürt sorunun barışçı demokratik çözüm yoluna gireceğini varsayıyor ve bu yanılgılarının geniş propagandasını yapıyorlardı. İmralı tasfiyeciliğiyle birlikte Öcalan, bu konudaki bayrağı onlardan devraldı. Yaptığı açıklamalar ve gönderdiği talimatlarda Türkiye’nin AB’ne girişinin desteklenmesini, bunu engelleyecek davranışlardan kaçınılmasını, AB’ne girişle Türkiye’nin demokratikleşeceğini, bunun da Kürt sorununda çözüm anlamına geleceğini, zaten Kürt sorununun bazı demokratik haklar ve kültürel kazanımlar olduğunu, Kopenhag Kriterlerinin uygulanması durumunda bu konuda büyük bir mesafenin alınacağını belirtiyordu. Yıllardır bu doğrultuda yapılan bu yanılgılı propaganda kitlelerin bilincinde ve bilinçaltında büyük bir yanılsama ve boş beklenti bırakmıştır. Bu yanılgı ve yanılsamanın halkımızın mücadele kararlılığını büyük ölçüde baltalamıştır. O nedenle çok yönlü bir mücadeleyle aşılması, devrimci düşünce ve politik yaklaşımların geliştirilmesi gerekiyor.
AB’ne giriş ile demokratikleşme ve Kürt sorununun çözüleceği veya çözüm yoluna gireceği yanılgısı, somut bilgiye değil, altı boş propagandalara, beyin yıkama yöntemlerine dayanmaktadır. AB nedir? Çokça sözü edilen Kopenhag Kriterlerin içeriği ve anlamı nedir, bunun Kürtler açısından anlamı nedir? AB’nin demokrasi, haklar ve özgürlükler karşısındaki duruşu nedir? AB’nin Kürt sorununa yaklaşımı, Kürt politikası nedir? AB ile TC ilişkileri ve çelişkileri nedir?
Bu sorulara somut gerçeklere bağlı kalarak somut yanıtlar vermeden AB’ye giriş ile demokratikleşme, Kürt sorununun çözümü konusunda kurulan yanılgılı denklemler, halkımızın bağımsızlık özlemlerine sırt çevirmekten başka bir şey değildir!
AB’nin Avrupalı emperyalist devletlerin ekonomik ve siyasal çıkarları doğrultusunda kurulan ve belli aşamalardan geçerek geliştirilen ve günümüze getirilen kendi içinde çelişkili, ama dünya siyasal denkleminde belli bir rol oynama iddiasında olan emperyalist bir birliktir. Başını Almanya ve Fransa’nın çektiği bu birliğin kendi içindeki sorunları ve çelişkilerine rağmen ABD karşısında etkin bir ekonomik ve politik dinamik haline gelme çabasında olduğu açık. AB’nin kendi tarihsel gelişiminin her aşamasında ekonomik ve politik çıkarları önde olmuştur. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar ise bu çıkarların ideolojik kılıfından başka bir şey değildir. Sovyet blokunun çökmesinden sonra yüz yılı aşkın bir süredir kazanılan sosyal ve siyasal hakların nasıl tırpanlandığı, “sosyal devlet”e nasıl El Fatiha okunduğu günlük basından bile izlenebilir. Elbette konumuz bu değil. Anlatmaya çalıştığımız, Avrupa’da var olan görece demokratik hak ve özgürlüklerin, sosyal hakların toplumsal ve sosyalist mücadelelerin bir sonucu ve kazanımı olduğudur, bugün ise dengelerin tersine dönmesiyle vahşi kapitalizm dönemine dönülmeye çalışıldığı gerçeğidir! Bu gerçekliği görmeden kapitalizm ile demokrasi arasında doğru bir orantı kurmak büyük bir yanılgı olacaktır.
AB ile TC arasındaki ilişkilerin özü Türk devletini demokratikleştirmek değildir. Bu ilişkinin karmaşık ve çok yönlü boyutları var. Uluslar arası politika ile ilgili çok önemli boyutları var. Bu da ayrı bir tartışma konusudur. AB, Türkiye’yi bu haliyle içine almaya ne kadar hazırdır, ABD’nin eksenindeki bir TC, AB’nin politik-stratejik beklentilerine ne kadar cevap verebilir? TC’nin varlığı ve AB içinde kazanacağı ağırlık, AB içindeki ABD etkisini ne kadar güçlendirir? TC’nin yaşadığı siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlar, AB için ne gibi ek yükler getirir? Bu ve buna benzer sorular ve yanıtları tartışılıyor. Belli ki AB liderler zirvesi 17 Aralıkta üyelik müzakereleri için tarih verse de bu sürecin uzun ve sancılı olacağı açıktır.
Bu uzun ve sancılı süreçte demokrasi ve Kürt sorunu belirleyici, hatta ciddi anlamda etkileyici bir rol oynamamıştır, bundan böyle de oynamayacaktır. Zaten TC ile AB arasındaki ilişkilerin temelinde demokrasi sorunu olmamıştır.
AB’nin ve onu oluşturan devletlerin demokratik bir Kürt politikaları yoktur. Bir Kürt politikaları vardır, ama bu politika TC’nin temel stratejik yaklaşımlarıyla çelişik değildir! Çok derin ayrıntılara girmeye gerek yok. Bugüne kadar TC ile AB arasında sayısız belge imzalandı, ama bunların hiç birinde Kürt kavramı, Kürtlerin ulus gerçeği anılmaz! Neden? Nedeni çok açık: AB, TC’nin temel inkarcı ve imhacı politikasını onaylıyor. Kimi taktik farklılıklar da var, ama bunlar öze ilişkin değildir. “Kürtlere bazı kültürel kırıntılar verin, Kürtçenin kullanımında bazı haklar tanıyın, bunları yaparsanız Kürt sorununu daha rahat denetim altına alır ve entegrasyonu uzun vadeli gerçekleştirme şansınız artar!” TC’ye dedikleri bu ve bunu da Kürtlere hayran oldukları için değil, yine çok demokrat ve ulusların haklarına saygılı oldukları için değil, kendi çıkarları için, yani ciddi bir ulusal sorun olan Kürt sorununu söndürmek ve düzen içinde eritmek içindir! Sözü çok edilen Kopenhag Kriterlerinin özü de budur. Kopenhag Kriterlerinin “ POLİTİK KRİTERLER” başlıklı bölüm şu noktaları içeriyor:
“AB’ye girmeye aday ülkeler;
— İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması,
— Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü,
— İnsan haklarına saygı,
— Azınlıkların korunması
gibi dört ana kriter açısından değerlendirmeye alınacaktır. Genel olarak; ülkenin çok partili bir demokratik sistemle yönetiliyor olması, hukukun üstünlüğüne saygı, idam cezasının olmaması, azınlıklara ilişkin herhangi bir ayrımcılığın bulunmaması, ırk ayrımcılığının olmaması, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın yasaklanmış olması, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sözleşmesinin tüm maddeleri ile çekincesiz kabul edilmiş olması, Avrupa Konseyi Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabul edilmiş olması gibi özellikler dikkate alınmaktadır. Ancak, bu ilkelerin varlığı tek başına yeterli olmamakta, aynı zamanda kesintisiz uygulanıyor olması gerekmektedir.”
Bu Kriterler içinde Kürtleri yakından ilgilendiren nokta “Azınlıkların korunması”dır. Peki, bu ne anlama geliyor? Teorik-politik anlamı bir yana somut pratikte ne anlam ifade ediyor? Hiçbir belgede Kürt kavaramı geçmiyor, TC bazı “reformlar” yapıyor ve bunlar “memnuiyetle” karşılanıyor. “Yerel dil ve lehçelerde yayın hakkı” gibi… Bu “reform”a göre bile Kürtler yine yok! Azınlık bile değil! Azınlık olarak kabul edilse bile bu, Kürtlerin anadilde eğitim, kültürel haklar gibi haklarını kazanmaları anlamına gelmiyor. Kaldı ki, Kürtler bir azınlık değil, ülkesi dörde parçalanmış, kesin rakamlar olmamakla birlikte 30 milyona yakın veya onu aşan büyüklüğe sahip bir ulustur.
Kürtlerin, “Kopenhag Kriterlerinin uygulanmasını isteriz” gibi bir istemde bulunmaları, mevcut parçalanmışlık ve sömürge statüsünü kabul edip meşrulaştırmaktan başka bir anlama gelmeyecektir! Bu, ikinci bir Lozan olmayacak mı, daha doğru bir ifadeyle 80 yıl sonra Lozan’ı günceleştirmek ve daha da perçinlemek anlamına gelmiyor mu? Daha da önemlisi inkarcı ve imhacı stratejiyi AB’nin resmi çizgisi haline getirmek anlamına gelecek ki, bunun Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesine vereceği zararları, önüne dikeceği engelleri tahmin etmek zor olmasa gerektir!
AB, Kürtleri nasıl tanımlıyor? Ulus mu, azınlık mı, ulusal topluluk mu, etnik grup mu? Peki, ne haklar öngörüyor? TC’den istedikleri ne?
Bu sorulara gerçeklere sadık kalarak yanıt vermeden “AB’ye girmek, demokratikleşme yolunu açar, Kürt sorununun çözüm yoluna girmesini sağlar” demek, eğer kendi kendisini kandırmak değilse, büyük bir oyunun aleti olmak anlamına gelir!
AKP hükümetinin Meclisten geçirdiği “Reform” ve “AB ile uyum yasaları” Kürtler açısından ne anlam ifade ediyor? Türkiye’ye demokrasi ufkunu mu açıyor? Yoksa göz boyama ve ufuk karartma hareketiyle mi karşı karşıyayız? Peki, AB, anılan bu “Reform” ve “Uyum paketleri”ne ne diyor?
Bu sorulara da objektif yanıtlar vermeden, AB ve ona girişi göklere çıkarmak, Kürdistan davasına sırt çevirmek değilse nedir?
AB’ye, AB’ye giriş ve bu olgunun Kürt sorununa getirecekleri konusu, devrimci yurtseverlikle, içi boş reformizmi ayrıştıran önemli konulardan biridir!
Boş ve umutsuz hayallerle halkı yanıltmak, bilincini karartmak mı; yoksa ayakları yere basan, gerçekleri olduğu gibi koyan ve aydınlatan, halkın devrimci yurtsever bilincini geliştiren bir yaklaşım ve duruş mu?
Yanılgıların ve yanılsanmaların güç yarattığı görülmemiştir! Oysa halkımızın ciddiye alınması, her şeyden önce ulus kimliğinin tanınması güç olmasından geçiyor! Günümüz katı gerçekliğinde tek geçerli yasa “Güç Yasası”dır!
“Gücün varsa adam yerine konulursun, yoksa istediğin kadar mendil aç, hak dilen! Kimse sana acımaz bile!”
Bu basit gerçeği görmek için çok büyük bir öngörüye ve yeteneğe ihtiyaç var mı?
15 Eylül 2004
Sosyalistên Şoreşgerên Kurdistan –
Sosyalistê Xeleskarê Kurdistani
(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)