0 0
Read Time:5 Minute, 42 Second

Sendikal ihanete geçit verilmemeli, zorlu bir sürece hazırlanılmalıdır!/Sermayenin sosyal yıkım saldırıları başta işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun çok geniş bir kesimini vuruyor, en temel haklardan mahrum bırakmayı amaçlıyor.

Buna rağmen yıkım saldırılarına karşı mücadelenin tabanı yakın zaman öncesine kadar bir hayli sınırlıydı.

1999 yılında Ecevit hükümetinin “mezarda emeklilik” yasasını meclisten geçirmesine karşı kitlesel boyutlar kazanan tepki, bilindiği gibi yaşanan depremler nedeniyle kırılmaya uğradı. Ecevit hükümeti de bu fırsattan istifade ederek yasayı meclisten geçirdi. Ondan sonraki yıllarda saldırının yeni adımlarına karşı yürütülen mücadele bir daha 1999’un yaz aylarındaki ivmeye ve kitleselliğe ulaşamadı.

Bir önceki AKP hükümetinin SSGSS Yasa Tasarısı’nı ilk kez meclisten geçirdiği süreçte de yıkıma karşı mücadele bir hayli sınırlı kalmış, saldırıyı püskürtmeye yetecek bir düzey kazanamamıştı. Saldırı ancak Cumhurbaşkanı vetosu ve Anayasa Mahkemesi’nin kararları nedeniyle bir süreliğine askıya alınmıştı.

Biraz da bu durumun verdiği rahatlıkla AKP hükümeti yakın zaman önce aynı yasayı bu kez daha da ağırlaştırılmış bir halde yeniden gündeme taşıdı. Yeniden güncellenen saldırı ilk başlarda pek bir tepkiyle de karşılaşmadı. Fakat bu tablo giderek değişti. Özellikle tasarının meclis komisyonlarında tartışılmaya başlanmasından itibaren konu giderek kamuoyuna daha çok mal oldu, işçi ve emekçilerin gündemine girmeye başladı. Saldırının çapı, yaşanacak kayıpların büyüklüğü, işçi ve emekçiler arasındaki tepkinin hızla yayılmasına yol açtı.

Öte yandan önceki deneyimlerden dersler çıkaran devrimci ve ilerici güçler, mücadeleden yana sendikalar ve şubeler, bu kez geçmiştekinden daha farklı bir müdahale pratiği içerisine girdiler. Hatırlanacağı gibi Emek Platformu bir enkaz durumunda olduğu halde, bundan birkaç yıl önceki sosyal yıkım saldırısı döneminde birçok kesim tarafından sınıfın ve emekçilerin birleşik mücadelesinin başlıca aracı olarak görülmekteydi. Sınırları hayli dar olan mücadeleci güçler EP’ten gelecek mücadele kararları ile oyalanıyor, süreç giderek mevcut mücadele potansiyelinin de dağıtılıp tahrip edilmesi ile sonuçlanıyordu. Sermayenin denetimindeki ihanet şebekesi birkaç göstermelik eylemle filizlenmekte olan mücadele damarlarını kötürüm ediyor, neticede saldırılar “tereyağından kıl çeker gibi” yürütülüyordu.

Fakat sermayenin beklentilerinin aksine bu kez öyle olmadı. Önce İstanbul’da sonra bir dizi başka kentte devrimci ve ilerici güçler ile bazı sendikalar ve meslek örgütleri mücadeleyi daha tabandan örgütlemeye yöneldiler. Başta sınıf devrimcileri olmak üzere, sürecin kimi bileşenleri açısından bu kuşkusuz bilinçli bir seçimdi. Fakat Emek Platformu’nun tümüyle atıl durumda olması ve Türk-İş yönetiminin de gelişmeleri dışardan seyretmekle yetinmesi başka bazı güçleri de mücadeleyi tabandan örgütleme sürecinin içine itti. Böylece sınıf ve emekçi hareketi cephesinde oldukça geniş sayılabilecek bir bileşen üzerinden SSGSS karşıtı mücadeleyi örgütleme işine girişilmiş oldu. Bunun sonucunda İstanbul’da ve sonrasında başka kentlerde “Herkese Sağlık Güvenli Gelecek” platformları kuruldu.

Sayısız soruna ve yaşanan aksaklıklara rağmen gösterilen ısrar sayesinde bu çalışma iyi-kötü örgütlendi ve işçi ve emekçilerin mücadelesinin tabandan örülmesi noktasında hatırı sayılır bir işlev görmeye başladı. Birçok alanda çeşitli araçlarla işçi ve emekçilere seslenildi, eylem ve etkinlikler gerçekleştirildi. İlerici basın ve televizyon kanalları ile burjuva medya da eskisine göre çok daha etkin bir biçimde kullanıldı. Burjuva medyanın bir kesiminin (kuşkusuz kendi temsil ettiği çıkarlar üzerinden) AKP hükümeti ile giderek daha açık bir zıtlaşma içerisine girmesinin de SSGSS ile ilgili yayınların bu basın yayın organlarında daha rahat yer bulmasında bir payı oldu. “Laikçi cenah”dan Kürt hareketine kadar AKP hükümeti ile problemli olan farklı kesimlerin SSGSS konusunda işçi ve emekçi hareketinden yana bir eğilim içerisinde olmaları ise örgütlenen mücadelenin tabanının hızla gelişmesine katkı sağladı.

Kabaca özetlemeye çalıştığımız bu süreç sonrasında SSGSS’ye karşı mücadele konusunda sınıf ve emekçi hareketi cephesinde anlamlı bir genişleme ve derinleşme oluşmuş, bu konudaki mücadele önemli düzeyde bir meşruluk kazanmıştı. THY’den Telekom’a, Tekel’den tersanelere irili-ufaklı grev ve direnişlere varıncaya kadar son bir yılın mücadele birikimi üzerinde yükselen, öfke ve kararlılığını saldırıların yol açacağı yıkımın büyüklüğünden alan SSGSS karşıtı hareket kendini 14 Mart eylemiyle ortaya koydu.

İlgili haberlere sayfalarımızda yer verdiğimiz için 14 Mart eyleminin ayrıntılarını burada tekrar etmemiz gerekmiyor. Genel planda bakıldığında ise 14 Mart “çalışmama hakkını kullanma” eylemi sermayeye ve hükümete duyulan öfke ve güvensizliğin, sınıf hareketinde bir süredir mayalanmakta olan mücadele istek ve kararlılığının anlamlı bir kitlesellikle, militan bir coşkuyla ortaya konulmasıdır.

14 Mart eylemleri her şeyden önce sınıf ve emekçi yığınlarının taşıdığı muazzam mücadele potansiyelini, toplumsal gündemi belirleme kapasitesini en kör gözlere dahi göstermiştir. Sendikal ihanet barikatının nispeten zayıf kaldığı, bunun yanında sınıf hareketine müdahale konusunda asgari ölçüde bile doğru yol ve yöntemler kullanıldığı koşullarda pekala da sınıfın mücadele enerjisinin ciddi boyutlarda açığa çıkartılabileceği bir kez daha anlaşılmıştır.

Nitekim sermaye için temel önem taşıyan bir konuda her vesileyle yüzde 47’lik oy desteği ile övünen AKP hükümetinin manevra yapma ihtiyacı duyması hiç de yabana atılmayacak bir başarıdır. Sermaye karşısında son yıllarda sürekli olarak kolay yenilgiler yaşayan sınıf hareketi açısından bunun ayrı bir anlamı vardır.

Kazanım olarak nitelememiz gereken bir diğer şey 14 Mart’ın yüzünün geriye değil ileriye dönük olmasıdır. Tüm yaygınlık ve etkisine ve ayrıca sendika bürokrasisinin engelleyeci tutumuna rağmen eyleme katılan işçi ve emekçiler de her şeyin burada bitmediği, tersine 14 Mart’ın başlangıç olduğu konusunda belli bir bilince sahiptirler. Sermayeye gerçekten geri adım attırabilmenin yolunun bir genel grev-genel direnişten geçtiği fikrinin birkaç ay öncesine göre çok daha yaygın bir kabul görmesi, meşruluk kazanması bunun ifadesidir.

SSGSS karşıtı mücadelenin hızla genişlemesinin yarattığı panikle Türk-İş yönetiminin ve Emek Platformu’nun son anda sürece dahil olması kimseyi yanıltmamalıdır. 14 Mart eylemleri esas olarak tabanda örgütlenmiştir. Konfederasyon yönetimlerinin, hele de Türk-İş yönetiminin bu konuda anlamlı bir katkısından söz etmek mümkün değildir.

Sınıf hareketi bir gelişim süreci içerisindedir ve bu süreç devrimci temellerde yeniden inşa edilmesi iddiasının daha gür sesle dile getirileceği, giderek daha somut karşılıklar bulacağı bir dönem olacaktır.

Kuşkusuz 14 Mart üzerinden sınıf hareketi hakkında tüm bu söylenenler bundan sonraki dönemde yapılacaklarla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Devrimci ve ilerici güçlerin birleşik müdahale konusundaki çabasının derinleştirilerek sürdürülebildiği, yıkıma karşı mücadeleyi tabandan eylemli bir tarzda örgütleme çizgisinde ısrarcı olunabildiği ve nihayet genel grev-genel direniş hedefli somut bir eylem programı ortaya konulup uygulanması yolunda mesafe alınabildiği ölçüde 14 Mart da sınıf hareketinin mücadele tarihinde anlamlı bir yere oturacaktır. Aksi takdirde “kubbede hoş bir seda” olmaktan öteye geçemeyecektir.

14 Mart’la bir sınavı asgari başarıyla geçmiş bulunan devrimci ilerici güçlerin, öncü işçi ve emekçilerin önünde şimdi daha büyük sınavlar, daha zorlu görevler bulunmaktadır. 19 Mart günü Emek Platformu’nun hükümet ve patron temsilcileriyle yaptığı görüşmeden çıkan sonuçlar 24 Mart günü Emek Platformu toplantısında ele alınacaktır. Yapılan ilk açıklamalar, hükümetle görüşen heyetteki konfederasyon yöneticilerinin SSGSS Yasa Tasarısı’nın tümüyle geri çekilmesi yönündeki temel talebe sadık kalmadıklarını, bunu yerine tek tek bazı maddeler üzerinden pazarlık yaptıklarını göstermektedir. Eğer durum gerçekten buysa, 24 Mart’taki EP toplantısında rötuşlanmış bir SSGSS Yasa Tasarısı’na onay verilmesinin tartışılması kimseyi şaşırtmamalıdır. Bu da SSGSS karşıtı mücadelenin önüne bir sendikal ihanet barikatının dikilmesi demektir.

Rötuşlanmış bir SSGSS yasasının işçi ve emekçiler açısından anlamı yoktur. İşçi ve emekçilerin tek talebi SSGSS Yasa Tasarısı’nın tümüyle geri çekilmesidir. O halde bundan sonraki süreçte sermayeye karşı verilen mücadelenin sendikal ihanet çetesine karşı mücadeleyi de kapsayacak şekilde genişlemesine hazırlıklı olmak, bu ihanete engel olmak için de taban basıncını diri tutmak ve büyütmek gerekmektedir. Yeni sınav bu alanda verilecektir.

(Sosyalizm için Kızıl Bayrak, sayı 2008/12, 21 Mart 2008)

www.kizilbayrak.net

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter