0 0
Read Time:3 Minute, 42 Second

TC, 1 Mayıs kutlamalarına yaklaşımını, İstanbul Valisinin ağzından çok net bir biçimde ortaya koydu: / “Her yıl yapıldığı gibi Kazancı Yokuşu’nda toplanılarak, Atatürk Anıtı’na ve Kazancı Yokuşu’na çiçek bırakılması, saygı duruşunda bulunulması uygulaması devam etmektedir. Bu sene de sendika yöneticilerinin ve temsilcilerinin burada saygı duruşunda bulunmalarına ve çiçek bırakmalarına elbette izin verilecektir. Buradaki etkinliği yapsınlar sendikalarımız ve daha sonra da kanunen belirtilen yerlerde mitinglerini düzenlesinler.”

İcazetli 1 Mayıs kutlamalarına “evet” diyen İstanbul Valisi M. Güler, “Yasadışı” kutlamalara karşı ise devletin şiddet uygulayacağını şu sözlerle ortaya koyuyordu: “Kanuna riayet edenlere bizim karanfillerimiz hazırdır. Ancak uymayanlara uygulanacak kurallar bellidir. Polisimiz kendilerine verilen yetki çerçevesinde orantılı güç kullanacaktır”

Bu kadar açık ve net! Kuşkusuz burada konuşan salt bir vali ve onun tasarrufu değil, konuşan devletin kendisidir; dile getirilenler ise bir devlet politikasıdır; büyük tekellerin emek ve emekçi karşısındaki stratejik duruşudur!

Aynı devlet, geçen yıl 1 Mayıs kutlamalarını engellemek, işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin Taksim Meydanına yürüyüşünü önlemek için İstanbul’da sözcüğün tam anlamıyla terör estirmiş, emek, halk ve insan düşmanı yüzünü çok açık bir biçimde sergilemişti. Bu terör ve vahşetin boyutları o kadar korkunç ve iğrençti ki, kendini “liberal” olarak tanımlayan çevrelerin bile tepkisini çekmişti. İstanbul’un polis tarafından adeta yeniden “fethi” ve engelleme vahşetine rağmen devlet, işçiler, emekçiler ve ezilen kitlelerin taksim Meydanına yürüyüşünü engellemede başarılı olamamıştı. Belli ki bu yıl hem geçen yılın rövanşını almak istiyor, ama daha da önemlisi, 1977 1 Mayıs kutlamalarına karşı sergilediği katliamcı pratikte somutlaşan devlet politikasını ne pahasına olursa olsun sürdürme kararında görünüyorlar…

1 Mayıs 1977’de yüz binlerce işçinin kutladığı 1 Mayıs’ı devlet, kana buladı: 37 işçi yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı. Bu kanlı olay, bugüne dek aydınlanmadı, aydınlatılmadı. Kuşkusuz bu katliam, devlet politikasının kanlı bir uygulanmasıydı, o nedenle aydınlatılmadı, üstü kapatıldı, karalık dehlizlere gömüldü. Bu politika süreklileşen, dokunulmaz, değiştirilemez bir çizgi olarak sürdürüldü. 12 Eylül faşizmi bu çizgiyi kurumlaştırdı, 1 Mayıs’ı bir bayram ve tatil günü olmaktan çıkardı. Taksim Meydanını işçilere ve emekçilere bir daha açılmamak üzere kapattı. Dün İstanbul Valisi Güler tarafından büyük bir pervasızlıkla dile getirilen politika, aslında, 1977’de yürürlüğe konulan devlet politikasının devamından, güncel versiyonundan başka bir şey değildir!

İşçi ve emekçi düşmanlığı, aslında iktidarı yitirme korkusunun dışavurumundan başka bir şey değildir. İktidarı yitirme korkusu, belki de güncel gelişmelerin bir ürünü değildir, bu anlamda korkmalarını gerektirecek somut bir tehlike yok! Ama bu, stratejik ve bunun önayak olduğu “içgüdüsel” bir korkudur. TC Başbakanı Erdoğan’ın “Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” sözü, bu korkunun ifadesi değilse nedir?

Kısacası, şiddet, bastırma ve “güç kullanma” TC’nin temel yönetme ve egemenliğini sürdürme, anlayışı, tarzı ve pratiğidir. Bu, bir siyaset kültürüne ve alışkanlığına dönüşmüştür!

Kürdistan’ı şiddet ve özel savaşla yönetmeye çalışanların İstanbul’u başka bir anlayış ve tarzla yönetmeleri mümkün değildir! Her gün dağlarımızı, köylerimizi, doğamızı bombalayanların, gençlerimizi katledenlerin, halkımızı işkencelerden geçirenlerin, İstanbul’da ve diğer yerlerde en temel hak istemlerini, emekçilerin yüz yılı aşkın bir süredir kutlayageldikleri “Mücadele, Birlik ve Dayanışma Günleri” 1 Mayıs’ı kutlamalarını “karanfillerle” karşılamaları mümkün mü?

Kürt, Ermeni, Rum ve diğer halkların düşmanı bir devletin emekçi, işçi, insan dostu olması mümkün mü?

“Sınıfsız, zümresiz bir toplum”; “vatanı ve milletiyle bölünmez devlet” çizgilerini her hücresine içermiş, başından beri her farklılığı bastırmayı kuruluş ve varoluş gerekçesi yapmış bir devletin emek ve emek hareketine hoşgörüyle yaklaşması mümkün mü?

Bu temel gerçeklerden şu temel sonucu çıkarmak ve bir kez daha kavramak durumundayız: Gerçekten de TC devleti, Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve diğer ezilen halklar; emekçiler, işçiler ve ezilen sınıflar; her türlü farklılık ve muhalefet karşısında “bütündür”, bütünsel bir politik program, çizgi ve stratejiye sahiptir! Kuruluşundan bu yana bu bütünsel duruşundan “taviz” vermedi. Dolayısıyla, Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve diğer ezilen halklar; emekçiler, işçiler ve ezilen sınıflar; her türlü farklılığın mücadelesini ilke edinmiş demokratik muhalefet, devlet ve düzen karşısında bütünsel bir program, strateji ve pratik çizgi geliştirmek durumundadır! Kürdistan emekçilerinin somut görev ve sorumlulukları açısından ise şu noktaların altı çizilebilir:

“Türkiye’de Türk ve diğer halklardan emekçilerle ortak sınıf hareketinde, bunun en somut ve güncel platformu olarak 1 Mayıs etkinliklerinde birlikte olmak; bu anlayışı ve mücadele pratiğini içselleştirip güncel yaşamda uygulamak! İşte bütün mesele bu noktada düğümlenmektedir! Ortak sınıf ve emek hareketi ile hem özel savaşa, ırkçı şoven harekete, hem de Kürdistan ulusal kurtuluşunu düzene bağlama çabalarına karşı çok önemli bir barikat örülmüş olacaktır… Hem güncel tehlike ve tehditlere karşı güncel görevlerin başarısı için, hem de stratejik hedeflere doğru sağlıklı ve başarılı bir yürüyüş için bu anlayışın gelişmesi ve günlük yaşamda karşılığını bulması çok önemlidir.” (Sosyalist-Şoreşger, 1 Mayıs 2008 Bildirisinden)

Emekçilerin, halklarımızın, devrimci dostlarımızın, yoldaşlarımızın 1 Mayıs Mücadele, Birlik ve Dayanışma Günleri kutlu olsun!

29 Nisan 2008

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter