0 0
Read Time:12 Minute, 35 Second

TEMEL DEMİRER /”Nergisten ben sorumluydum,
ışığından ve çocuklardan
Yanlış mı belledim,
insan sorumluluktur.” /(Gülten Akın .)

2007’nin 1 Mayıs’ı için kaleme aldığım yazının başlığı “… ‘Olmaz’ Demişlerdi Oldu! 2007’de ‘İşte Taksim İşte 1 Mayıs’!” idi; 2008’deki 1 Mayıs yazısının başlığı da “Teslim Alınamayanlar” veya “Dersimiz 1 Mayıs 2008” olabilir…

* * * * *

I. Ders: Sakın ola kimse, Murat Belge’nin yaptığı gibi, “AKP’nin ikili yapısı”ndan dem vurmaya kalkışmasın! “Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri”nde rahle-i tedrisinde yetişen AKP kadroları hiçbir zaman “demokrat olmadılar”. Evet onlar AB’cidir; ama AB’ci olmak “demokrat olmak” değildir ki!

AKP’nin demokratlık illüzyonunu nihayet erdiren 1 Mayıs 2008 oldu!

* * * * *

II. Ders: Ne AKP, ne de çevresi demokrasiden zerrece nasibini almamıştır; alamaz da; onlarınki olsa olsa “türban demokratlığı”dır; işçi/ emekçi düşmanlığıdır; anti-komünizmdir!

Tıpkı 1 Mayıs’ta medyalarına yansıdığı üzere…

Star; “İşçisiz 1 Mayıs” manşetinde Taksim’e çıkanların yalnızca marjinal gruplar olduğunu savundu.

Zaman; Polis müdahalelerini yalnızca marjinal gruplara karşı gerçekleşmiş gibi anlattı. Sapanlı gencin fotoğrafının altına “Devletin istihbaratı doğru çıktı” başlığı atıldı.

Yeni Şafak; “DİSK Faturası”‘ manşetiyle, Türk-İş ve Hak-İş’in verilen meydanlarda gerçekleştirdikleri eylemleri överken, İstanbul’daki çatışmaların faturasını DİSK’e çıkardı.

Vakit’ten söz etmek bile gerekmez…

* * * * *

III. Ders: Sorulan yaygın soru “Kim kazandı”?

Taksim’e giremedik; o hâlde “kazandık” diyemeyiz; ancak tepeden tırnağa akıldışı bir vahşette tecessüm eden devlet karşısında yenilmedik de!

Bizi yenemeyenlerse, kazanmak bir yana, geniş kitlelerin zihninde ve gönlünde yitirdiler…

Kuşatma altındaki Taksim’e girilemedi belki; ama bütün bir İstanbul yakası Taksim’e dönüştü…

Teslim olmayanlar engellenemedi; mücadele ve özgürlük azmi ile “AKP’nin demokrasiden ne anladığını” herkesin, dünyanın (b)ilgisine sundu: Cop, gaz, basınçlı/ boyalı su ve tekme… Kıyamet buydu…

Yalçın Bayer sordu: “Polis devletinin ayak sesleri mi?”

İstanbul’da OHAL ilan edildi; şimdi İstanbul tepeden tırnağa Diyarbakır’dı artık…

Ertuğrul Özkök dahi, “Dün [1 Mayıs’ta] benim tarafgir vicdanım bile sızladı,” demek zorunda kaldı…

Yani 1 Mayıs 2008 “Kral Çıplak” haykırışıyla maskeleri indirdi, gölge oyunlarına ve illüzyonlara son verdi… “Özgürlükçülük” söylemi ardına sığınan zulmün gerçeğini sergiledi… Kimyasal Tayyip’in marifetlerine tanık/ taraf olduk bir kez daha… İşçi korkusuyla 1 Mayıs’a, tüm emekçilere açık savaş açtılar… “Orantılı güç kullanımı”, limitsiz, sınırsız zorbalığa dönüştü…

* * * * *

IV. Ders: Tablo buyken; “Taksim’de buluşalım” diyen Ahmet Hakan ekliyordu: “Bütün bunlara rağmen… Ben bugün Taksim’de olacağım… Sözünden dönmeyenlerin, sınıfla dayanışanların oranını görmek için…”

Ahmet Hakan ya da diğer “çağırıcılar” alanda, sokaklarda mıydılar? Bilmiyorum, görmedim… (Yavuz Bingöl sokakta olduğundan söz etti; ya ötekiler?)

Ama Kızıldere, 10’lardan hayatta kalanla, Ertuğrul Kürkçü’yle sokaktaydı; en öndeydi; yani Kızıldere ile Dev-Genç geleneği veya İbo ile Deniz’in yoldaşları da sınıfla sokaklardaydılar…

Evet, evet “1 Mayıs’ta Taksim’e” diyen Ertuğrul Kürkçü zorbalığa karşı sokaktaydı; “1 Mayıs Perşembe gününün sabahı. Bugün olabileceklerin endişesiyle bu sabahın dersini de erteledik. Dışarı çıkmak ve olabilecek arbedelerde yer almak düşüncesi de sevimli gelmediği için evdeyim, ara sıra televizyon kanallarına yansıyan görüntülere bakarak ‘1 Mayıs bayramını kutluyorum’,” diyen Murat Belge ise evinde!

Zorbalık da robocoplarıyla, panzerleriyle, gazıyla sokaktaydı yine; herkes evlerine çekilsin, televizyon seyrederek sussun, teslim olsun diye…

Bir gazetenin ilk sayfasına “1 Mayıs polis devleti” başlığı atması boşuna değildi. 1 Mayıs’ta burjuvazinin eseri olan GAZİstanbul vardı karşımızda…

Malûmun ilanıydı olup-biten: Korkutarak, dayatarak iktidar olmak T. “C”nin özünde vardı! Ancak nafile! Bu kez, teslim alınamayanlar, ısrarla “Hayır! Asla!” diyenler de vardı…

Hasılı 1 Mayıs 2008 “Ayaktakımı”na baskılarla nasıl baş edilip, baş olunacağını gösterdi bir kez daha…

* * * * *

V. Ders: 1 Mayıs 2008’de burjuva yalanları bir kez daha yerle yeksan oldu: Hani burjuvaziye göre, “gösteri hakkı temel hak”tı?

Hani “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı” Anayasanın 34. maddesinde ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerde temel hak ve özgürlükler içinde yer almaktaydı?

Ne olmuştu bu “haklar”a?

Onların (Yılbaşı şenlikleri, “Esir Türkler”, vs…) Taksim’i “özgür”, bizimki “yasak” öyle mi?

Fenerbahçe maçının ardından araçlarıyla Taksim Alanı’na gelen Galatasaraylı taraftarlar, meşalelerle, tezahüratlarla galibiyet sevincini coşkulu bir biçimde yaşarlarken, İstanbul Valisi Güler yine emekçileri tehdit etti: “1 Mayıs’ı Taksim’de kutlarsanız zor kullanırız”!

Galatasaraylılar bir yana, 6 Nisan 2008’de polisler, 163. kuruluş yıldönümünde Taksim Meydanı’nda yürümemişler miydi?

Olan, işçilerin “Temel Vatandaşlık Hakkı”na gasp girişimiydi!

Yasak(lar)a karşı direnilmeliydi; “ayak takımı” bunun için direndi, Taksim kavgası verdi!

Ortada bir inatlaşma falan yoktu; iki farklı sınıfın, iki zıt tercihi söz konusuydu. Malûm ya, Karl Marx’ın ifadesiyle, “Çatışan sınıflar birbirinden hiç hoşlanmaz”dı..

* * * * *

VI. Ders: Hayır! Ortada bir “fetşizm” falan yok!

Liberaller, örneğin İsmet Berkan için “1 Mayıs ve Taksim Fetişizmi” tutum(suzluklar)ı “çevir kazı yanmasın” olarak tanımlanabilecekken; yüksek perdeli sol lafazanlıkla, “1977 1 Mayıs’ında yapılan katliam olmak üzere, karanlıkta kalmış bütün cinayetleri açığa çıkarma çağrısını sahiplenmeyi gerektiriyor. Yasak savan 1 Mayıs kutlamasının nerede yapılacağı pek o kadar da önem taşımıyor,” diyordu Yüksel Işık…

Bunlar boş laflardı; aslolanı Çetin Uygur’un saptaması ortaya koyuyordu: “1 Mayıs’a ilişkin bugünkü tartışma anlamlıdır. İşçi sınıfı Taksim Meydanı’na ‘Ayaktakımıyız, baş olacağız; üreten biziz, yöneten de biz olacağız’ diyerek yürüyebildiği ve bu sözünün hakkını verecek bir ‘tertip’e yöneldiği taktirde, Taksim AKP hükümeti için ‘yolun sonu’, Türkiye için yeni bir siyasi ufkun başlangıcı olacaktı”!

* * * * *

VII. Ders: Soru(n) buraya düğümlenmişti; yani işçi sınıfı ve devrimciler egemenlerin çizdiği sınırı ya aşacak; ya da teslim olacaktı…

AKP, 1 Mayıs'(ımız)ı, bunun için “Emek ve Dayanışma Günü” ilan etme yalanına sarılmıştı; Hak-İş de 1 Mayıs’ı bunun için (2.500 kişiyle) Tandoğan’da “kutlamış”tı!

Devlet Bakanı ve hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, Bakanlar Kurulu’nun 1 Mayıs’ı “Emek ve Dayanışma Günü” olmasını kararlaştırdığını, ancak “2 milyar YTL’lik iş kaybına” yol açabileceği gerekçesiyle 1 Mayıs’ın tatil olmasını “arzu etmediklerini” eklemişti.

Nihayet olup bitenlerle 1 Mayıs 2008 bir kez daha şu gerçeği kanıtlamıştı: 12 Eylül zihniyeti hiçbir yere gitmemişti, hâlâ yerli yerinde ve sapasağlamdı…

Kolay mı? Bunun için Başbakan Erdoğan, “Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” diyordu!

İstanbul topyekûn abluka altındayken, kıyamet kopuyordu ve “Evet” demeyen, teslim alınamayan ayak takımı sokaklara çıkıyordu.

Hayır, hayır ortada provokasyon falan yoktu; muhalif duruşa, itiraza devlet saldırısı, terörü vardı; hem de, “Bayram böyle mi olur?” diyen milliyetçi-mukaddesatçı Hasan Celal Güzel gibileri tekzip ederek…

Kimse inkâr edemez; saldırıyı polis başlattı; yani silahı ilk çeken -her zamanki gibi- burjuvazi oldu…

Sendikaların dediği gibi, “Provokasyonu emniyet yaptı”!

Meral Tamer güzel hicvetti: “Hastanenin acil servisine ve DİSK’e atılan bombalar biber gazı değil, ‘demokrasi’ gazıdır, aşırı ‘özgürlük’ sonucu bayılanlar olmuştur”!

Ya da Derya Sazak’ın işaret ettiği gibi, “İstanbul’da hayat duruyor! Açık hava cezaevine dönüştürülüyor 12 milyonluk kent… İstanbul’u kuşatıyor robocoplar…”

Veya Timur Soykan’ın dile getirdiği üzereydi gerçek: “Taş atan küçük gruplar vardı. Ama polisin asıl hedefi ellerinde sadece karanfiller olan işçilerdi”!

Bırakın “orantısal güç” demogojilerini; bu devletin “güç şovu”dur; bal gibi devlet terörüdür; ya da teröristin kim olduğu sorusunun yanıtıdır!

* * * * *

VIII. Ders: 1 Mayıs 2008 herkese devletin neye yaradığını pratik olarak kanıtladı. “Devlet şefkati”nin ne anlama geldiğini gösterdi.

Tabloyu Umur Talu, “Polis Devleti, Cop Hükümeti, Gaz Vilayeti” adresinde anlatıyordu!

Ödediğimiz vergilerle, 30 ila 35 bin polis işbaşındaydı; kim bilir, belki daha da fazla…

Ödediğimiz vergilerle, 125 bin YTL’lik kumanya tükettiler…

Ödediğimiz vergilerle, “1700 gaz bombası atıldı” deniyor; kim bilir, belki daha da fazlaydı…

100’ü aşkın yaralı, 530 göz altı, plastik mermiler, hastaneye atılan gaz bombaları, saldırıya uğrayan DİSK ve ÖDP binaları, Şişli Adliyesi civarından Cumhuriyet Gazetesi önü ile Cevahir Alışveriş Merkezi’ne uzanan hatta; Şişli Merkez Camii’nden Şişli Etfal ve Abide-i Hürriyet Caddesindeki DİSK binasına kadarki bölgede; Kurtuluş Caddesi’nden Agos Gazetesi civarındaki yoğunluğa; Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, TRT Radyo Binası, İnöünü Stadı çevresinde; Taksim’de, İstiklal Caddesi ile ara sokaklarında ve Tarlabaşı ile Dolapdere’deki direniş, “Teslim Ol” diyenlere başkaldırdı…

“Hayır” dedi…

* * * * *

IX. Ders: 1 Mayıs’ta devlet “tedbirleri”nin maliyeti (toplam ciro kaybı) 22 milyon dolardı. Kimilerine göre de “1 milyar dolar”dı!

AKP’li Dengir Mir Fırat, işçilere “Kabadayılık yapmayın” diye “posta koyar”ken; İstanbul bir “Yasak Kent”e, bir hapishaneye çevrilmişti; dev bir “Panopticon”a dönüşmüştü!

DTP’li Ahmet Türk’ün ifadesiyle, “Savaş hâli ilan edilmiş”ti…

Saldırdılar; tekbirle, “Allah” nidaları ve küfürle; saldırdıkları halktı; copladıkları, gazladıkları savunmasız insanlardı…

Kaydedin; AKP patentli bu saldırı sonun başlangıcıdır…

Meral Tamer, “Bence 1 Mayıs’ta yaşananlardan DİSK ve işçi kesimi kazançlı çıkmıştır.

Hem AKP’nin gerçek yüzü 1 Mayıs’ta iyice ortaya çıkmıştır; hem de Türkiye’nin AKP’ye mahkûm olduğu duygusu, yerini AKP’ye sağduyuyla muhalefet edebilenlerin olduğu gerçeğine bırakmıştır,” derken kimi (kısmi) gerçeklerin altını çiziyor…

Ama Ruşen Çakır, Vatan gazetesindeki yazısında “İstanbul’da çok tatsız şeyler yaşandı. Bütün bunlardan ne hükümet, ne AKP, ne DİSK, ne KESK, ne de 1 Mayıs’ı tatil olarak görenler kârlı çıktı. Kimse kazanamadı,” derken “eski” bir solcu olmanın düşük profilini bir kez daha sergiliyor; tıpkı eski bir “genel sekreter”, Nabi Yağcı gibi; bakın ne diyor o da: “Çok eminim ki, soğukkanlı düşünen herkes bu soruyu sormakta: Kim kazandı? (…)

Hiç kimse, ne sendikalar ne işçiler ne de iktidar. Kaybedense Türkiye ve demokrasimiz oldu, hepimiz kaybettik. Fakat her kaybın illa da bir kazananı vardır: Türkiye kaybettiyse kazananlar provokatörlerdir. Bunda hiç kuşkum yok.”

Kuşkusu yokmuş; “provokatörler kazanmış”! Kim bu provokatörler bay Yağcı; açıklayın bunu; yoksa susun!

* * * * *

X. Ders: Egemenlerin teslim almak, susturmak, yıldırmak, terörize etmek istediği sokaktakiler, dövüşenler umudu savundu!

Ateşi harlı tutmak, umudu savunmak, “provokatörlük” değildir!

Siz 1 Mayıs’ta Songül Çiftçi’nin yüzünde patlayan polis tekmesini gördünüz mü?

Songül Çiftçi, Kartal’da bir metal fabrikasında çalışan bir işçiydi; bayramını kutlamak istemişti; bunun için tekmelendi; çünkü O da “ayak takımı”ndan ve “baş olmak” isteyenlerdendi…

“Unutmayalım: Toplumdaki ayaklar yalnızca mavi tulumlu işçiler değildir; işçiler kadar köylüler, memurlar, kamu görevlileri, özel sektör çalışanları, birbiri ardınca kepenk kapatan esnaf da her türlü toplumsal, ekonomik, siyasal kötülüğün kaynağı olan kapitalizmi taşıyan ayaklardır.”

Ve baş olmak en çok onların hakkıdır… Zaten “Kimyasal Tayip”in çok korktuğu “kıyamet” tam da bu değil mi?

Bu hak ve hukuk için sokaklara çıkmanın; “Özgürlük sokaktadır!” demenin; bunun gereklerini -bedelini ödeyerek- yerine getirmenin ne anlama geldiğini liberal tövbekârlar elbette anlayamazlar!

Ama ahkâm keserler!

Çakır’dan Yağcı’ya yaptığı budur!

* * * * *

XI. Ders: Ancak yaşanan/yaşatılanların sıradan(laştırılmış) faşizmden başka bir şey olmadığı örüntü içerisinde “İçişleri Bakanlığı’nın 1 Mayıs’ta Şişli Eftal Hastanesi’ne gaz bombası atan polis hakkında hâlâ soruşturma başlatmadı”ğı, başlatmayı da düşünmediği koordinatlarda Ahmet İnsel’in, “Sergilenen faşizan devlet gücünü, yaşatılan toplu dehşeti, bir masum gösteriyi engellemek için koca bir kentin ablukaya alınmasını, ‘olumsuz bir durum yaşandı’ cümlesiyle değerlendiren zihniyet nasıl demokrattır?” sorusu bile abes ile iştigâldir; vahim bir yanılgıdır!

1 Mayıs’ın hemen akabinde, 3 Mayıs’ta Tuzla tersanelerindeki ölümlerle ilgili olarak Başbakan Erdoğan ile konuşmak isteyen ve “İnsanca yaşamak istiyoruz. Tersanelerde ölmek istemiyoruz” pankartı açmak isteyen Limter-İş’li işçilerin ağızları kapatılarak göz altına alındığı Türkiye’de sermayenin işçi sınıfına yönelik örgütsüzleştirici zorba saldırısı tüm netliğiyle gözler önündeyken; hâlâ sermayenin ve AKP’nin “demokratik” eğilim ve yönlerinden söz etmek aymazlık değil ise nedir ki?

Siz bakmayın Oral Çalışlar’ın hâlâ, “1 Mayıs’ta yaşananları görünce ülkemizin geleceği adına büyük endişe duymamak mümkün değil… Bu ülkeyi yönetenler, bu devletin demokratikleşmesi gibi dert içinde değiller,” dediğine!

Egemenlerin demokrasi diye bir derdi hiç olmadı ki; üstelik olmayacak da!

Yeri geldi; anımsatmadan geçmek olmaz; sanki Oral Çalışlar’ı (ve benzerlerini) yanıtlarcasına Ellen Meikins Wood “Kapitalizmle Demokrasi Bağdaşmaz” vurgusuyla ekliyor: “Demokrasi çoğunluk iktidarının ihtiyaçlarını gözetirken kapitalizm kârın maksimize edilmesinden beslenir. Kârın çıkarları ile çoğunluğun uzun dönem ihtiyaçları birbiriyle uyuşmaz.”

Bir yarı: Topraklarımıza gerçek demokrasi gelecekse, bu devrimin eseri olacaktır.

* * * * *

XII. Ders: Bilmiyor olamazsınız: 1908’den beri, yani 100 yıldır 1 Mayıs’ı konuşup tartışıyoruz.

Tarih 27 Nisan 1921. İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington, komutanlığına bağlı İstanbul Zabıta Komisyonu Reisi Miralay Ballar’a kesin talimatını verdi: “1 Mayıs’ta amele miting yapmayacak!”

O günden bugüne; “Sendika deyince, hele 1 Mayıs deyince, bir de Taksim meydanı deyince milliyetçi-mukaddesatçı mülklülerle laikçi-elitist mülklülerin tepkisi aynı oluyor. İkisi de ifrit görmüşe dönüyorlar.”

Devlet devlettir! Güçler arasında ne denli çelişki yaşanırsa yaşansın, yeri gelince sola karşı hepsi birleşerek hareket etmektedir.

Bunu bilmeyen, görmeyen var mı hâlâ? Varsa ne yazık!

Aslında bunun böyle olmasında da, şaşırtıcı olan bir şey yok. Çünkü Sosyal Sigortalar Kurumunda çalışan bir işçi, Hüseyin Yüksel, “1 Mayıs bugüne kadar yaşanmış tüm sorunlara karşı bir başkaldırıdır” vurgusuyla ekliyor: “Bütün dünyada bir ekonomik kriz var ve bu Türkiye de farklı bir boyutta seyredecek, çünkü burada bir de siyasal kriz var. Bir kırılma var ve bu kırılmayla birlikte yepyeni bir mücadele hamlesinin başlayacağını düşünüyorum.”

* * * * *

XIII. Ders: Burada uzun bir parantez açmak gerekiyor:

Birincisi: Topraklarımızda bütün devleti teyakkuza geçiren bayramlar vardır. 1 Mayıs bunların en tehlikelilerindendir. Maazallah en ufak bir ihmal imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olan milletimizi bir anda sınıflı bir hâle dönüştürebilir. Bu nedenle her 1 Mayıs öncesi en ufak ayrıntısına kadar planlar yapılır, bu planlar basınla paylaşılır, şu kadar polis görev yapacak, yetmez, çevre il ve ilçelerden polis gelecek, kesmez bir de askeri birliklerle takviye edilecek diye.

1886 yılından beri tüm dünyada işçilerin birlik mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanan 1 Mayıs, Türkiye’de yasak ve tehlikeli bir bayramın adıdır. 1 Mayıs kutlanmaya başlandığı tarihten itibaren bugüne değin o veya bu şekilde yasaklandı, gözaltılar-tutuklamalar oldu/oluyor, hatta unutturmak için ismi bile değiştirildi.

Ayrıca da 1977 yılındaki “Kanlı 1 Mayıs’ı devlet organları tertip etmiştir! 34 kişinin katili bizzat devlet aygıtıdır! O gün ben derin devleti gözlerimle gördüm,” diyordu Cüneyt Ülsever…

2008’de de herkese bunu hatırlattık!

Aktüel ise, hava işçi sınıfından yana dönüyorken; doğrudur, “İktidarda, kim olursa olsun, Taksim Meydanı, devletin harem-i ismetidir,” bu nedenledir ki dünyanın az sayıdaki yasaklı meydanlarından biridir Taksim. İstanbul Emniyet Müdürü Cerrah, “Olumsuzluk yok” dese de; Star, Vakit, Yeni Şafak, Türkiye ve Tercüman’a göre, “suçlu” işçilerdi; oysa gerçek, yalanı tekzip ediyordu: Halka silah çekildi; ‘Evrensel’ gazetesindeki fotoğraf karesine de yansıdı bu enstantane!

Başbakan Erdoğan’a göre “Devlet üzerine düşeni yaptı”; doğrudur; çünkü devlet tam da budur…

Erdoğan devam ediyor: “Ankara’da miting oldu. Ama dikkat edin bir tanesinde hiç olay olmadı. Eğlence içinde yapıldı. Ama diğer mitingde ne yazık ki, yine orada illegal örgütler, legal örgütlerle beraber, çoğu bunların işçi falan da değil, onu da söyleyeyim size, geldiler, burada ne yazık ki Sıhhiye’de terör estirdiler”!

Sadece bir not; doğrusu şu: Ankara’da da gazlarla saldıran devletti; Yasakçı zihniyet bir kez daha ortaya döküldü…

Mızrağı çuvala sığdırmak o kadar zordu ki, Çalışma Bakanı Faruk Çelik bile kaçırıverdi ağzından: “70 milyon nasıl rahatsızlık duyduysa, biz de rahatsız olduk. Olumsuz görüntülere kim olumlu bakabilir? Olayların mülki amirler tarafından izahı gerekiyor”…

Provokasyondan mı söz ediyorsunuz hâlâ? O hâlde bunun müsebbibinin devlet olduğunu açıkça dillendirin…

* * * * *

XIV. Ders: Nihayet “sonuç”:

İlki şu: Hayır; DİSK hiçbir şeyi satmadı!

Sadece kalkamayacağı bir yükün altına girmişti; havsalasının almadığı gerçeğin yükü altında ezildi…

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ayakların baş olduğu yerde kıyamet kopar” sözlerine tepki göstererek, “Ayak takımının cevabını 1 Mayıs’ta alacaksınız” dedi demesine de; ya ötesi????

Çelebi’nin otobüs üstünde dedikleri, demek zorunda bırakıldığıydı; kaldı ki, demek zorunda bırakıldığı da, kendisi ve çevresindekiler dışında hiçbir demokrat, devrimci ve radikal sosyalisti bağlamadı…

Zaten bağlaması da beklenemezdi…

Ya Türk-İş mi?

“Türk-İş ikiye bölündü” dediler; ancak biz alanda Türk-İş’in “yarısı”nı değil, zerresini bile göremedik ki!

Türk-İş Genel Sekreteri Mustafa Tükel, 1 Mayıs çelengini Taksim meydanına bırakmayacaklarını, gün boyu yaşananlar nedeniyle protesto amacıyla bunu yapmayacaklarını söyledi!

İkincisi de Altan Öymen’in, “1 Mayıs Taksim’de kutlanabilseydi, bundan daha kötüsü mü olacaktı?” saptaması…

Sahi bütün bu olup bitenlerin ardından, devlet ile hükümeti AKP 1 Mayıs’ı kazanmış mı oldu?

Üçüncüsü; AKP’nin Taksim harekâtı başarıya ulaşamadı; bir gazetenin, “Mağlup sayılır bu yolda galip!” deyişindeki üzere…

Dördüncüsü: Kimsenin kuşkusu olmasın; 2009’da da Taksim’de ya da Taksim kapılarındayız… Yine geleceğiz, asla vazgeçmeyeceğiz, unutmayıp, unutturmayacağız…

“İstanbul’da 1 Mayıs’ta olanlardan kimse kazançlı çıkmadı. İşçi sendikaları da kaybetti, hükümet de,” diyen Türker Alkan’gillere inat buraya yazıyorum; ayaklanan “ayaktakımı”, yine, yeniden Taksim’i dolduracak; Taksim, eninde sonunda 1 Mayıs’ın olacak!

Herkes görecek!

1 Mayıs 2008’in yol açıcı katkısı da, 2009’da belirleyici olacak…

4 Mayıs 2008 18:39:30, Ankara.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter