0 0
Read Time:3 Minute, 38 Second

Tüm dünyada 1 Mayıs, uluslararası işçi bayramı olarak kutlanır. Tek istisna Birleşik Devletler’dir.

İronik olan, bugünün Amerika’da gerçekleşen bir olayın anısına; Chicago’daki Haymarket isyanının anısına kutlanmasıdır. 1 Mayıs 1886’da ABD şehirlerinin birçoğunda işçiler, sekiz saatlik iş günü talebini desteklemek için genel greve gittiler. Chicago’da Michigan Caddesi’nde 80.000 işçi yürümüştü. Gösterilerin dördüncü gününde Haymarket Meydanı’ndaki toplantının en sonunda şiddet patlak verdi. Bunun kaynağı bugün tartışmalı olmakla beraber birkaç polis öldü. Sonuç olarak greve önderlik edenler tutuklandı ve cinayet diye nitelendirilen bu olayın karşısında idam edildi. Bunlar Birleşik Devletler’e göçmüş Almanlar olsa da The Star-Spangled Banner söyleyerek değil, uluslararası sınıf dayanışmasını anlatan La Marseillais söyleyerek öldüler. Buna rağmen, Birleşik Devletler’deki politikacılar ABD siyasetinin sorunlarını tanımlarken sınıf çatışmasının rolünü hep azımsamaya çalıştılar. Bu yüzden de Birleşik Devletler işçi bayramını kutlamaz.


2008’de Birleşik Devletler’i şiddetli çekişmelerin olacağı bir başkanlık seçimi bekliyor. Demokrat Parti’de bir kadın ve bir Afro-Amerikan arasında ön yarış yaşanıyor. Cumhuriyetçi adaysa beyaz bir erkek. Başlangıçta herkes ırkın ve cinsiyetin sorun teşkil etmeyeceğini iddia ediyordu. Ne var ki yarış şiddetlendikçe ve uzadıkça her iki cins ve ırk da kendini açığa çıkardı. Herkes sınıfın bir sorun olduğunu reddetmekte hâlâ devam ediyor.

Irk, cinsiyet ve sınıf arasındaki bölünmeler Modern Dünya-Sistem’de eski bir hikâyedir. Birleşik Devletler siyasi tarihinde merkezi bir rolü vardır. 1848’de tüm dünyada büyük bir politik kabarış yaşanırken Fransa, Modern Dünya Sistem’deki ilk ciddi toplumsal devrimi yaşıyordu ve Avrupa’nın büyük bir kısmında tarihçilerin “ulusların baharı” dediği ulusçu ayaklanmalar vardı. Birleşik Devletler’deki en önemli olay ABD feminizminin kurucusu kabul edilen Seneca Falls toplantısıdır. Bundan çıkan 19-20 Temmuz 1848 tarihli “fikirler bildirisi” (Declaration of Sentiments), “Biz tüm kadın ve erkeklerin eşit yaratıldıkları gerçeğini açıkça kabul ediyoruz” diye başlayan “bağımsızlık bildirgesi”ni yansıtıyordu. Sayılan şikâyetler arasında kadınların “hem yerli hem de yabancı- cahil ve aşağı sınıf erkeklere” verilen temel vatandaşlık hakkı olan seçme hakkından yoksun bırakılmaları vardı (Bu şikayet ileriki sürtüşmelerin de habercisiydi).

Önde gelen Afro-Amerikan simgelerden Frederick Douglass -o zaman hala büyük çoğunluğu köle olan- Afro-Amerikan topluluğunun kadın hakları hedefine desteğini sunmak üzere Seneca Falls’a katıldı. Douglass, daha sonra 1872’de Victoria Woodhull’un başkan adayı olduğu Eşit Haklar Partisi’nden başkan yardımcısı adayı olacaktır. Bu, bir kadının ya da bir siyahın bu makamlara ilk kez talip olmasıdır.

Ne var ki iç savaştan sonra ABD Kongresi anayasaya, Afro-Amerikan erkek vatandaşları oy hakkından alıkoymanın anayasaya aykırılığını öne süren ek 14’ü koyarken kadınları buna dahil etmeyerek yıldırmaya çalıştı. Kölelik karşıtı hareketin liderlerinden Wendell Phillips, Mayıs 1865’te, kadınların oy hakkı mücadelesinin “şimdi siyahların zamanı” denilerek bastırılmaması gerektiğini söylemişti. Birçok kadın süfrajet buna sessiz kalmadı. Buna cevaben Elizabeth Stanton ve Susan B. Anthony, bilinen bir ırkçı olmakla birlikte kadınların oy hakkını savunan George Francis Train’in başkan adaylığını destekledi. Bunun sonucu, feminist harekette yaşanan derin bir bölünmeydi.

Kadın hareketi on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında tüm toplumsal sorunlarda/emek sorunlarında muhafazakarlaştıkça etnik/ırk konularında da muhafazakarlaştı. Bu muhafazakar değişimde birçok feminist doğal haklar argümanını terk etti. Kadınlara oy hakkının “yabancı uyrukluların etkisini dengelemesi için” verilmesi gerektiğini savunmaya başladılar. 1903’te ana kadın hakları hareketi oy vermek için “eğitimli olmanın gerektiği”ni açıkladı (Charlotte Perkins Gilman’ın dikkate değer fakat yalnız ayrışması). Bu gerilimin zirvesinde bazı süfrajetlerin kaba bir ırkçılığa dahi saptıkları görüldü. Örneğin, bir afişlerinde zarif görünümlü bir beyaz hanımın yanında kaba saba görünümlü bir siyah hamal resmediliyor ve resmin üzerinde şu sözler okunuyordu : ” ‘O’ oy verebiliyor, ben neden veremiyorum?”

Eşitsizliğin kurbanları arasındaki tüm bu çekişmelerde, Afro-Amerikanların ve kadınların büyük çoğunluğunu işçi sınıfı teşkil etse de, ki bugün de öyle, neredeyse sınıf kavramından hiç söz edilmemiştir. Yani, kariyeri boyunca üst sınıfların çıkarlarından yana olacak ve (Birleşik Devletler’de orta sınıf denilen) işçi sınıfının lehine olan her yasanın karşısında olacağı açıkça kabul edilmiş bir cumhuriyetçi başkan adayı, bir Afro-Amerikanın ya da bir kadının Birleşik Devletler başkanı olmasını kabul etmeye hazır olmayan, işçi sınıfından bazı seçmenleri yanına çekmeyi umabilir.

Yeni bir şey var mı? Sanırım var. Sadece on yıl önce, Demokrat Parti’nin muhtemel başkan adaylarından birinin kadın diğerinin Afro-Amerikan olacağı fikri bile düşünülemezdi. Bunlardan birinin seçilmesi de henüz düşünülemez gibi durabilir. Ne var ki bu, Demokrat Parti’nin kampanyasını “ekonominin” çekingenlikle yaklaşılan sorunu; sınıf sorunu üzerinden örgütleyip örgütleyememesine bağlıdır. Bunu yaparsa oyları süpürebilir. Şayet yapamazsa yarışın sonu belli.

*Yazının İngilizce orijinalinde yazarın kullandığı “negro” sözcüğünün birebir karşılığı “zenci”dir. Herhangi bir anlam kaymasına yol açmayacağından hareketle, ırkçı çağrışımlar yapan “zenci” kelimesi yerine “siyah”ı kullanmayı tercih ettik; Sendika.Org’nin notu.

1 Mayıs 2008

www.sendika.org

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter