0 0
Read Time:4 Minute, 40 Second

AKP ile TC’nin esas iktidar odağı arasındaki çekişme, Anayasa Mahkemesinin Türban Yasasıyla ilgili aldığı iptal kararından sonra yeni bir aşamaya geldi. Anayasa Mahkemesinin bu kararının AKP’nin kapatılmasıyla ilgili verilecek kararın bir ön habercisi olduğu yönünde yaygın ve büyük bir kanı var. Bu kanı, Anayasa Mahkemesinin üye bileşimi ile Türban Yasasının kapatılma davasının en önemli gerekçesi olarak ileri sürülmesi etkenine bağlanmaktadır.

Kuşkusuz Anayasa Mahkemesinin aldığı karar, AKP ile ilgili vereceği karar hakkında önemli ipuçları içermektedir. Var olan iktidar çekişmesinde “Yargı erki” en önemli taraflardan biri ve şu anda “iktidar çekişmesinin” “Final platformu” niteliğinde görünüyor. Bildiri ve demeç “Savaşları”ndan sonra var olan çekişme veya “İktidar krizi” durulmamış, tersine daha da derinleşmiş ve Anayasa Mahkemesinin son kararıyla en üst noktaya tırmanmıştır.

Karara gösterilen tepkiler, egemenler cephesinde saflaşmanın fotoğrafını bir kez daha gözler önüne sergilemiştir. Genelkurmay bu konudaki memnuniyetini gizlememiş, sevincini ve politik duruşunu açıkça vurgulamıştır.

AKP, bir yandan “bütünlüğünü” korumaya çalışırken, bir yandan da politik ve hukuksal duruşunu güçlendirme çabasını sürdürmüştür. Anılan karardan sonra AKP’nin kapatılması olasılığının güçlenmesiyle birlikte AKP’in içindeki çatlaklar, farklılıklar da biraz daha belirginleşmiştir. Erdoğan, Fetullah Gülen taraftarları ve eski ANAP-DYP kökenliler farklılaşması gibi…

Köksal Toptan’ın “Orta yol” seçeneği fazla itibar görmese de AKP içindeki çatlağa işaret ediyor. Yine A. Gül’ün daha mesafeli ve uzaktan duruşu farklılığın başka bir boyutuna işaret etmektedir. Erdoğan ise kendi tabanına yönelik “sert” bir üslup kullanırken, alttan alta ise daha “uzlaşmacı” bir tutum sergilemeye çalışmaktadır.

Öte yandan generallere yönelik “Dosyalar savaşı” da başlatılmış bulunmaktadır. Bu savaşla iktidar çekişmesinde avantajlı bir konum elde edilmek istediği çok açıktır. Generaller ve TC’nin esas iktidar odağına karşı geliştirilen “Dosyalar savaşı” AKP ve İslamcı kanatın merkezi bir tutumuyla mı yoksa bir ucunun da Erdoğan’ı tasfiye planlarının bir uzantısıyla mı ilgili olduğu yönünde birçok tartışma yapılmaktadır. Ancak şu kadarını vurgulamakla yetinelim: İslamcı cephe tek bir bütün değil, bu süreci kendi içyapılarını ve iktidar ilişkilerini yeniden yapılandırma, kazanılan mevzileri kurumlaştırma ve bunları ele geçirme veya elde olanları koruma yönünde çok yönlü bir mücadele verildiklerini vurgulamak durumundayız! Fetullah Gülen odağının bu çekişmede önemli bir yer tuttuğu, iktidar çekişmesinin önemli güç bileşenlerinden olduğu, polis ve devletin birçok kurumunda önemli mevziler tutuğu açıkça tartışılmakta ve vurgulanmaktadır. Yine AKP içinde önemli bir ağırlığa sahip olduğu bilinmektedir. A. Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinde bu Cemaatin önemli bir ağırlığının olduğu yazılıp çizilmektedir. Kısacası İslamcı cephe AKP iktidarıyla birlikte önemli politik ve ekonomik mevziler kazandı, iktidar ilişkilerinde hatırı sayılır kazançlar elde etti. Bunda geleneksel iktidar odaklarının zaafları, siyaset kurumu içinde etkin bir alternatif oluşturmamaları ile ABD ve AB’nin AKP’ye verdikleri destek etkileyici olmuştur!

Fakat 22 Temmuz seçimlerinden sonra AKP’nin dengeleri gözetmeyen, geleneksel odakların güçlerini biraz hafife alan tutumu “Diğer tarafın” da harekete geçmesini tetiklemiş ve bilenen sürecin final aşamasına doğru yol almasına zemin sunmuştur!

Gelinen noktada taraflar kılıçlarını çekmiş, final aşamasına hazırlanmaktadırlar. Bugünkü koşullarda aralarında ortak bir uzlaşma zemininin bulunması neredeyse olanaksız görünmektedir. Belli ki TC’nin geleneksel odakları Anayasa Mahkemesi üzerinden zafere hazırlanmaktadırlar…

Devrimci güçler açısından bu sürecin doğru okunması ve doğru bir politik tutumun geliştirilmesi önemlidir.

AKP ve yandaşları içinde bulundukları iktidar çekişmesini “Demokrasi mücadelesi” olarak sunmaya çalışmaktadır. Onları destekleyen demokratlık sınavında parlak başarıları olmayan “Liberal aydınlar ” aynı iddiayı “öncü” tarzda dillendirmektedirler. Laikçi kesim ise şeriat tehlikesi teziyle ideolojik ve psikolojik savaşını vermektedir.

AKP, demokratik bir parti mi, AKP ve kadroları demokrasi mücadelesi mi veriyor? Temel politikalarda devletin resmi tezleri ve politikası dışında bir pratiği olmuş mudur? AB’ye uyum çerçevesinde yapılan yasal düzenlemeler, demokratik mevzilerin geliştirilmesi midir, yoksa bunlar, iktidar hamlelerinin bir kaldıracı mı yapıldı? Soruları uzatmak mümkün, ama bu kadarının bile AKP’nin gerçek kimliğini ortaya koymada yeterli olduğunu düşünüyoruz. Daha fazla ayrıntıya girmek yerine iki örnek vermekle yetinelim:

1 Mayısta işçilere yapılan vahşi saldırı, kapatılma davasıyla yüz yüze olan AKP için gerçek bir sınav niteliğinde oldu. Ama AKP işçi ve emekçi düşmanı kimliğinin yanı sıra gerçek iktidar odaklarına, düzen sahiplerine düzeni ve devleti, onun duyarlılıklarını koruma ve gözetme konusunda onlardan geri kalmadığını kanıtlamayı her şeyin üstünde tuttu. Vahşi 1 Mayıs saldırısı bu dürtülerin bir sonucu oldu. Yine İslamcı basının bu konudaki demagojik pervasızlığı, bu cephenin neyin derdinde olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

AKP, Kürdistan sorununda Genelkurmaydan farklı tek bir yaklaşıma sahip olmadığı gibi, bu konuda Genelkurmayın bütün istemlerini harfiyen yerine getirmeye özen gösterdi. 5 Kasım Washington Mutabakatı ve ondan sonra geliştirilen Güney operasyonları, Güney Kürdistan yönetiminin belli bir noktaya geriletilmesi gibi pratikler AKP onaylı devlet politikalarının bir gereğidir! Son dönemde açılan “Paket” de bir AKP “tasarrufu” değil, devlet politikasının bir gereğidir. Bu pakette “yeni” olan daha önce 1-2 saatle sınırlı olan “Yerel dil ve lehçelerde” TV yayınının, gün boyu yapılması kararıdır. Bunun da dilde bir özgürleşme, Kürtçede özgür yayın olmadığı çok açıktır. GAP’ın canlandırılması ve belirlenen zamanda tamamlanması durumunda bile bunun Kürt halkının ekonomik ve sosyal yaşamında önemli bir gelişme getirmeyeceği başka bir gerçektir. Kısacası ortada bir oyalama ve aldatma durumu söz konusudur. Bütün bunların tutmayacağını not etmekle yetinelim.

Genelkurmay ve diğer bürokrasinin demokrasi sorununun olmadığını belirtmek bile bir fazlalık.

Bu nedenle anılan iktidar çekişmesin bir “tarafı” olmak, veba ile kanser arasında bir tercih yapmaktan başka bir şey değildir. Devrimcilerin tutumu, bu çekişmenin taraflarını ve gerçek kimliklerini teşhir etmek, bu çekişmenin ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelelerine yapacağı doğrudan ve dolaylı etkilerini ortaya koymak, bu etkilere karşı gerekli önlemeleri almak biçiminde özetlenebilir. Bu süreçte aynı zamanda taraflar, iktidar çekişmesinde birbirlerini yıpratırlarken ortalığa birçok bilgi ve belge saçmaktadırlar. Bunları doğru bir yöntemle devlet ve düzeni teşhir etmede kullanmak önemli… Ortaya çıkabilecek boşluklardan devrimci mücadeleyi güçlendirmek de üzerinde durulması gereken başka bir noktadır. Yine bu çekişmede halklarımızın ve emekçilerin devlet ve düzen bilinçlerini yanlış bilinçlere karşı korumak, doğru bir ideolojik mücadele vermek ertelememesi gereken başka bir görevdir. Kısacası devrimciler kendi bağımsız çizgileri doğrultusunda etkin bir mücadele vermek durumundadırlar…

17 Haziran 2008

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter