0 0
Read Time:10 Minute, 15 Second

TKP, son dönemdeki tavrıyla, burjuvazinin iç savaşında, toplumsal gücünü TÜSİAD burjuvazisinin sağladığı, siyasi önderliği orduda olan Batıcı-laik burjuvazinin destekçisi solun tipik bir örneği haline gelmiştir. Ne var ki, burjuvazinin iç savaşında bir de öteki kanadı, yani AKP’yi destekleyen bir başka sol daha var. Kemal Okuyan’ın yazısı 21 Haziran Cumartesi günü “70 Milyon Adım” başlığı altında darbeye ve darbecilere karşı düzenlenen bir yürüyüşü eleştirmek amacıyla yazılmıştı. İşte bu yürüyüş, öteki akımı tartışmak için son derecede uygun bir örnek oluşturuyor.

2007 Kasım ayı. İstanbul Tüyap Kitap Fuarı’nda Yordam Kitap’ın düzenlediği bir panelde, Haluk Gerger, Ertuğrul Kürkçü, TKP genel sekreteri Kemal Okuyan ve Sungur Savran, AKP ile Batıcı-laik kamp arasındaki çatışmaya solun bakışı üzerine tartışıyor. Sungur Savran ilk turdaki konuşmasında, bu çatışmanın burjuvazinin politik bir iç savaşı olduğunu, iki kamptan birine şöyle ya da böyle destek veren solcuların burjuvazinin bir kanadının kuyruğuna takılmış olacağını, yapılması gerekenin işçi sınıfının burjuvaziden bağımsızlığı temelinde bir yeni, üçüncü kamp oluşturmak olduğunu belirtiyor ve ekliyor: Solda burjuvazinin bir ya da öteki kanadına destek yaygın. Bir de örnek veriyor: TKP, 27 Nisan 2007’de Genelkurmay’ın cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin verdiği, darbe tehdidi içeren e-muhtıraya hayırhah bir tavır takınmıştır.

Kemal Okuyan, Savran’ın ardından kendisine söz sırası gelince esip gürlüyor: “TKP’yi TSK destekçiliği ile nasıl suçlarsınız?” Ardından TKP’nin TSK’yı ne kadar çok eleştirdiğini anlatıyor ve ekliyor: “Bu iddiayı ileri sürecekseniz, kanıt göstermek zorundasınız.” Salondan büyük bir alkış kopuyor. Belli ki TKP bu açık oturuma çok sayıda militanıyla katılmıştır.

Sungur Savran ikinci turdaki konuşmasında TKP’nin 27 Nisan muhtırasının ertesi günü yayınladığı bildiriden kelime kelime aktarma yapıyor. Bildiri şöyle diyor:

“Genelkurmay Başkanlığı’nın dün gece yapmış olduğu açıklamayı ‘meşruiyet’ açısından değerlendirmek, konuyu asker-sivil ya da seçilmişler-seçilmemişler ikilemi içerisinde hapsetmek yanlıştır. Türkiye’de bugün sistemin hiçbir aktörü, yine sistem tarafından konan kurallara uymamakta, deyim yerindeyse kural tanımamaktadır.” TKP böylece darbe tehdidi yapan ordunun müdahalesinin gayri meşruluğu fikrine bir darbe vurmaya çalışıyor. Ama ardından gelen çok daha vahim: “Ayrıca Genelkurmay Başkanlığı, klişe kimi kavramlar kullanmakla ve ortaya çıkan tehdidin kaynakları konusunda herhangi bir değerlendirme yapmamakla birlikte, hayali bir olguyla uğraşmamaktadır. Türkiye’de gericilik gerçek bir tehdittir. Amerikan gülü olarak adlandırdığımız bir gericinin cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması bu tehdidin boyutlarını göstermesi açısından önemsenmelidir.” Kendine “komünist” diyen bir örgütün Genelkurmay’a desteği daha ne kadar açık olsun? “Amerikan gülü”ne karşı Türkiye’nin en Amerikancı kurumunun, NATO generalleri yönetimindeki TSK’nın desteklenmesindeki çelişki TKP’nin pek kolay altından kalkamayacağı bir tablo çiziyor!

Kemal Okuyan, kendi partisinin bildirisinden yapılan bu alıntı karşısında ikinci tur konuşmasında celallenmeyi bir kenara bırakarak, bildiriyi şimdi hatırlamadığını, bu meseleleri tartışmak gerektiğini falan söylüyor. Biraz önceki alkışın da yerinde yeller esiyor.

Geçtiğimiz günlerde Kemal Okuyan daha da ileri giderek o panelde kendi yaptığı beyana bir tekzip yazısı yazdı! soL haber portalındaki bu yazının başlığı bile Okuyan’ın meramını gayet iyi anlatıyor: “Darbelere karşı değilim!” Yazar, TKP’nin genel sekreteri olduğuna göre, bunu partinin tavrından ayırmak mümkün değil. Öyleyse, yaklaşık sekiz ay önce TKP’nin ordu darbesine karşı olmadığını söyleyen Sungur Savran’a ne diye o kadar celallendiniz, “kanıt göster” diye diklendiniz, sonra kanıt gösterilince de sustunuz?

Kemal Okuyan darbelere karşı olmayışını, bugün AKP karşıtlığının sol açısından daha ileri gidişi, örneğin emperyalizme karşı olmayı mümkün kıldığı, buna karşılık darbe karşıtı olmanın solu ileri taşımayacağı türünden bir gerekçe ile açıklıyor. Anlaşılan, TSK’nın NATO’cu olduğunu, ABD ile sıkı bir işbirliği içinde olduğunu, Afganistan ve Lübnan’da asker bulundurduğunu, İran konusunda AKP’den daha şahin olduğunu, Türkiye’nin Kürt sorunu dolayısıyla ABD’nin Irak savaşı konusunda en eleştirel olduğu dönemde bile Irak halkının tepesine bomba yağdıran ABD uçaklarının yakıtının p’ini sağladığını hiç duymamış! Darbeye karşı olmanın emperyalizmle karşı karşıya gelmek için bir kapı açacağını kavrayamıyor. Yine anlaşılan, Kürt sorunu diye bir şey de duymamış. Genelkurmay’ın DTP’yi bile “terörist” ilan ettiğini, 5 Kasım Beyaz Saray görüşmesinden bu yana ABD ile işbirliği içinde Kürt sorununa nihai askeri çözüm arayışını yeniden yükselttiğini, dolayısıyla darbeye karşı çıkmanın Kürtlerin hak mücadelesinde bir kapı açabileceğini bilmiyor.

Tabii biliyoruz, TKP ABD’nin Türkiye’yi bölmek istediği yalanı üzerinden politika yapıyor, Kürtleri Türk yurtseverliğine kazanmaya çalışacak kadar onlara uzak. Haydi bunları bir yana bırakalım, Okuyan darbe yapacak kurumun burjuva devletinin temel baskı aracı olduğunu bile unutuyor. Bakın ne yazmış: “Açıkça söyleyeyim. ‘Darbe karşıtı’ değilim, çünkü bugün bana bir şey ifade etmiyor. Faşizm karşıtıyım, 12 Eylül karşıtıyım, sermaye diktatörlüğü karşıtıyım, kapitalist devlet karşıtıyım… “ Sermaye diktatörlüğünü kim güvenceye alıyor ki Okuyan ona karşı olduğu halde ordunun doğrudan hakimiyeti anlamına gelen darbeye karşı değil? Sermaye diktatörlüğünün ana güvencesi olan kurumun iktidarına karşı olmayacaksınız, ama sermaye diktatörlüğüne karşı olacaksınız! Ne güzel bir “komünist” argüman! Kapitalist devlet son tahlilde, Engels’in ifadesiyle, bir “silahlı adamlar grubu”ndan başka bir şey olmadığına göre, nasıl oluyor da kapitalist devletin temel çekirdeğinin doğrudan iktidarına karşı değilsiniz ama kapitalist devlete karşısınız?

Kemal Okuyan’ın ordu savunuculuğuna Metin Çulhaoğlu teorik alanda kılıf örüyor. Emek Araştırmaları Merkezi Girişimi’nin Şubat ayında Ankara’da Komünist Manifesto’nun 160. yıldönümü vesilesiyle düzenlediği asmpozyumda, Çulhaoğlu Marx’ın burjuva devletinin tamamını değil sadece yürütmesini “burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kurul” olarak nitelediğini ileri sürmüştü. Buradan çıkacak sonucun ne olduğu açık: Burjuva devletinin başka organları, mesela neden olmasın burjuva ordusu, burjuvazinin birer aracı değildir. Sadece yürütme, mesela neden olmasın AKP hükümeti, burjuvazinin aracıdır. Çulhaoğlu, daha önce Marx’ın komünist toplumda devletin sönümleneceği yolundaki tezini (Lenin’in Devlet ve Devrim’ini anarşist eğilimler taşıyan bir yapıt olarak nitelemekten de kaçınmaksızın) sorgulayarak Marksist devlet teorisinin revizyonunda zaten bir ilk adım atmıştı. (Bu konuda bkz. Cenk Ötküner, “Revizyondan Reddiyeye: Gelenek’te Devlet Tartışmaları”, Devrimci Marksizm, 1, Mayıs 2006.) Şimdi anlaşılan bu revizyon ikinci bir alana uzanıyor ve kapitalist devletin sınıf karakteri de sulandırılıyor!

Çulhaoğlu’nun bu yeni revizyon girişimi daha o gün, Manifesto asmpozyumunda akamet uğradı. Çulhaoğlu, devletin burjuva karakteri taşıyan organını yürütme ile sınırlamaya çalışırken, gerekçesi “burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kurul” cümlesinin öznesinin Manifesto’nun İngilizce’sinde “the executive of the modern state” olarak geçmesi idi. “Executive” yürütme demek olduğuna göre cümlenin tamamı şöyle olmalıydı: “Modern devletin yürütmesi bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir.” Konuşmalardan sonra salondan söz alan Nail Satlıgan Manifesto’nun İngilizce değil Almanca yazıldığı gerçeğinden hareketle metnin orijinalinde öznenin “yürütme” değil “iktidar” olarak yazılmış olduğunu hatırlatıyordu. Yani cümlenin doğru çevirisi şöyleydi: “Modern devlet iktidarı bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir.” (Bkz. Komünist Manifesto, çev. Nail Satlıgan, Yordam Kitap, İstanbul, 2008, s. 24.) Böylece, Çulhaoğlu’nun revizyonunun o zayıf gerekçesi de ortadan kalkmış oluyordu!

“Yeşil Elma” ittifakı!

TKP, son dönemdeki tavrıyla, burjuvazinin iç savaşında, toplumsal gücünü TÜSİAD burjuvazisinin sağladığı, siyasi önderliği orduda olan Batıcı-laik burjuvazinin destekçisi solun tipik bir örneği haline gelmiştir. Ne var ki, burjuvazinin iç savaşında bir de öteki kanadı, yani AKP’yi destekleyen bir başka sol daha var. Kemal Okuyan’ın yazısı 21 Haziran Cumartesi günü “70 Milyon Adım” başlığı altında darbeye ve darbecilere karşı düzenlenen bir yürüyüşü eleştirmek amacıyla yazılmıştı. İşte bu yürüyüş, öteki akımı tartışmak için son derecede uygun bir örnek oluşturuyor.

“70 Milyon Adım” yürüyüşü tek bir defalık bir ortak eylemi mi temsil edecek yoksa orta vadede belirli bir kalıcılık taşıyan bir ittifakın ilk çekirdeği mi olacak, bunu zaman gösterecek. Ama şurası açık: Bu eylemde Kürt hareketi (DTP) ve sosyalist solun bazı kesimleri AKP doğrultusundaki unsurlarla ve liberallerle omuz omuza yer almıştır. Liberalleri “Genç Siviller”, AKP yanlısı güçleri ise Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı ile birlikte Abdurrahman Dilipak, Nazıl Ilıcak, AKP milletvekili Zeynep Dağı gibi bireyler temsil ediyordu. Bugüne kadar adı pek duyulmamış olan Türkiye Gönüllü Teşeküller Vakfı, İslamcı STK’ları bir araya getiren bir kuruluş.

“70 Milyon Adım” solda bir dizi merhaleden geçen “AKP ile ittifak” yaklaşımının yeni bir evreye yükseldiği bir eylem oldu. 27 Nisan muhtırasının ertesinde DTP ile bazı sosyalist partilerin İstanbul il başkanları bir araya gelerek demokrasiyi savunma adına AKP’ye destek olmak gerektiğini açıkladılar. 22 Temmuz seçimlerinde Bin Umut Adayları listesi etrafında toplanmış olan parti ve adaylar AKP’ye açık destek verdiler. DTP başkanı Ahmet Türk, Bin Umut Adayları adına, seçimden AKP çoğunluğu sağlayamadan birinci parti çıktığı takdirde, kendilerinin AKP hükümetine olumlu oy vereceklerini ifade etti. Baskın Oran, AKP içindeki “demokratlar” ile gayri resmi grup kuracağını söyledi.

AKP’ye verilen bu destek şimdi artık sokağa dökülmüş bulunuyor. DTP ve bazı sosyalist partiler AKP ile birlikte demokrasi savunuculuğuna çıkıyorlar. Bundan yıllarca önce, ulusalcı “sol”un  MHP ile kurmaya çalıştığı ittifaka “Kızıl Elma” ittifakı adı takılmıştı. Bundan esinlenerek, DTP ve bazı sosyalist partilerin AKP ile kurmaya yöneldiği bu ittifaka “Yeşil Elma” ittifakı adını verebiliriz. Elbette faşist MHP ile İslamcı hareket arasında önemli farklar olduğunu unutmaksızın. Bu girişim burada kalırsa, zarar sınırlı olacaktır. Türkiye Gönüllü Teşeküller Vakfı’nın başka AKP yanlısı hareketlerle (AKP’nin işçi bürosu gibi çalışan Hak-İş, kamu çalışanı bürosu gibi çalışan Memur-Sen ve Mazlum-Der) “Ortak Akıl Hareketi” adını taşıyan yeni bir ittifak kurduğu ve çeşitli kentlerde mitingler düzenlemeye başladığı göz önüne alınırsa, böyle olacağa da benziyor. Ama eğer bu sol partiler Ortak Akıl Hareketi ile de güçlerini birleştirmeye kalkışırsa sol için vahim bir tablo doğacak demektir. Burada rahatlatıcı bir unsur, İslamcıların Kürt hareketiyle işbirliği yapmaktan muhtemelen kaçınmak isteyeceğidir. Yani solun bir bölümünün iradesine rağmen bu ittifak kalıcı olmayabilir.

Burada, söz konusu sosyalist partilerin bazı ayrımları yapamadığı anlaşılıyor. Birincisi, AKP ile ittifaka girmek, bugünün solu için AKP’nin kuyruğuna takılmakla eşanlamlıdır. Böyle bir ittifak hiçbir biçimde eşitler arası bir ittifak olamaz, çünkü taraflardan biri (AKP) ötekinden (sosyalistler) ezici biçimde daha güçlüdür.

İkincisi ve çok daha önemlisi şudur: Darbeye karşı çıkmak AKP’yi savunmayı, daha da ileri giderek AKP’yi bir “demokrasi gücü” olarak ilan etmeyi gerektirmez. Solun burada yapması gereken, demokratik hakların ayaklar altına alınmasına karşı mücadele etmektir. Bu, kapatılma davası dolayısıyla AKP’nin haklarının dahi savunulması anlamına gelebilir. Ama AKP’nin haklarını savunmakla AKP’nin kendisini savunmak ya da desteklemek arasında hiçbir ilişki yoktur. Sol, bütün demokratik hakları darbeciliğe karşı savunurken sınıf mücadelesi yöntemlerini ve ezilenlerin bakış açısını benimasmek zorundadır.

AKP’yi savunmak, en başta, 1 Mayıs’ta yeniden kanıtlanmış olduğu gibi işçi sınıfı düşmanlarıyla el ele vermek demektir. AKP’yi savunmak, Kürt sorununda askeri çözümü Kürt halkının aldatılmasıyla örtmeye çalışan milliyetçi politikaya gözlerini kapatmak demektir. AKP’yi savunmak, solun ABD ve AB emperyalizmleri ile işbirliğine karşı çıkma olanaklarını kendi eliyle ortadan kaldırması, en azından zayıflatması demektir.

“Yeşil Elma” ittifakını savunacak olanlar, TKP örneğinde gördüğümüzün tam tersini yaparak, burjuvazinin iç savaşında burjuvazinin öteki kanadını, AKP’nin önderliğindeki yarı-İslamcı kanadını desteklemiş olacaklardır. Bu çizgilerin her ikisi de işçi sınıfına, Kürt halkına ve bütün emekçi ve ezilenlere zararlıdır.

Çözüm sınıf bağımsızlığı

Türkiye burjuvazisi kendi içinde çözümü ufukta görünmeyen bir kavgaya tutuşmuş durumda. Bu iç savaşın değişik muharebeleri nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, artık neredeyse ölümüne bir mücadele var. Burjuvazinin kanatları, devletin bütün organları, toplumun burjuva karakterdeki bütün kurumları boğaz boğaza gelmiş durumda. Türkiye hızla bir uçuruma doğru sürükleniyor. Yolun sonunda bir askeri darbe ya da müdahale veya iç savaşın siyasi bir nitelikten askeri bir karaktere dönüşmesi yatıyor.

Buna muhtemelen ağır bir ekonomik kriz eşlik edecek. Kürt sorunu yumuşamak bir yana sertleşecek. ABD ve İsrail’in İran savaşının kapıda olduğuna dair belirtiler çoğalıyor, bu muhtemelen Türkiye’yi de girdabına çekecek.

Bütün bu çelişkilerin birikmesi karşısında toplumu bir felâketten kurtaracak toplumsal güç işçi sınıfıdır. Yalnızca her grev ve mücadelede türbanlısı ve türbansızı ile bütün işçi kadınları bir araya getirebilen işçi sınıfı, bugünkü iç savaş dinamiklerini uçurumun kenarından geri çevirebilir. Yalnızca her işyerinde Türk ve Kürt işçiyi mücadelede birleştiren işçi sınıfı Kürt sorununa savaş yoluyla “çözüm”ün ötesinde bir gerçek çözüm bulabilir. Yalnızca kendi haklarını savunurken adım adım toplumun bütün ezilenlerinin önderi haline gelecek olan işçi sınıfı ekonomik krizin getireceği yıkımın yeniden emekçilerin sırtına yüklenmesinin önüne geçebilir. Yalnızca işçi sınıfı, her ikisi de ABD ve İsrail’i “stratejik müttefik” bellemiş iki burjuva kanadından farklı olarak, Türkiye’nin büyük ve kadim komşusuna karşı bir koçbaşı olarak kullanılmasına engel olabilir.

Durum bu ise, sosyalistlerin politik doğrultusunda iki burjuva kamp karşısında sınıf bağımsızlığını sağlamak hayati bir önem kazanıyor demektir. Bugün solda verilecek en büyük savaş, geçen yılın ortalarından itibaren kıpırdamaya başlayan, 2008’de ise SSGSS ve 1 Mayıs mücadeleleriyle birlikte siyasi gündemin merkezine yerleşen işçi sınıfını bir güç haline getirmek ve burjuvazinin kamplarından birine yamanmasına izin vermeden bağımsız yolunda yürümesini sağlamak olmalıdır. Bu da darbe taraftarlığının da, Yeşil Elmacılığın da mahkûm edilmesini gerektirir.

İşçi sınıfının bağımsız bir odak olarak siyasete ağırlığını koyması görevinin nasıl yerine getirilebileceğini de Mavi Defterin gelecek sayısında tartışalım.

30 Haziran 2008

sungur.savran@gmail.com 

www.mavidefter.org

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter